Başkent Postası Televizyonunda “ Serdar ile söyleşi “ Programına katılan Ankara Meclisi Başkanı, Gazeteci-Yazar, Mehmet Akyol bir saati aşan konuşmasında hem gündemdeki konuları değerlendirdi, hem de bazı tarihi gerçeklere ışık tuttu. ( Haber: Hüsnü Ekizceli)

Başlattığı “Kurullaşma hareketi“ile öne çıkan ve kadrosunu, her biri birbirinden özellikli ve kariyer sahibi, müstesna insanlarla teçhiz eden, günden güne sayısını artırarak 176'ya ulaşan Ankara Meclisi son günlerin en dinamik kuruluşu olarak dikkat çekti. Öncelikle başkanı olduğu teşkilat hakkında bilgi veren Akyol sözüne, “Ankara’dan doğan güneş Anadolu’yu Aydınlatacaktır”sloganı ile başladı. Çalışmalarının bir kadro ve hizmet hareketi olduğunu söyleyen Akyol, görev alan arkadaşlarını, halkın içinden süzülerek ve seçilerek belirlediklerini söyledi.

Türkiye genelinden Ankara Meclisi’nde yer almak için çok sayıda başvuru olduğunu söyleyen Akyol, “Ben 9 yıl Türkiye İl Genel Meclisi Üyeleri Birliği’nin Genel Başkanlığını yaptım. O zamandan bu güne kadar o arkadaşlarımla iletişimimi kesmedim. Bu çalışmalarımızda, özellikle de istihbârî bilgi alma konusunda onlardan yararlanıyoruz“dedi. Ankara Meclisi’nin BAŞKON bünyesinde faaliyet gösteren bir kuruluş olduğunu, ancak bağımsız hareket ederek faaliyetlerini yoğunlaştırdığını ifade eden Mehmet Akyol şunları söyledi:

“ Sivil Toplum Kuruluşlarının en önemli görevi Hakk’ın rızası için halka hizmet etmektir. Bunu yapabilmek için de ciddi manada etraf oluşturmak gerekir. Çevre edinmek hiç şüphe yok ki bir meslektir. Maharettir ve güvenilirliktir. Bunun içinde öncü konumundaki kişinin mazisinde kirli işler olmaması lazım. Denenmiş, başarılara imza atmış olmak ve bu manada tecrübe sahibi olmak da önemli bir faktördür.

 

Etraf oluşturmak için mutlaka çevrenize alacağınız arkadaşlarınızın defolu ve yıpranmış, hizmetten daha ziyade menfaat ilişkilerini ön plana çıkaran kişiler olmaması lazım. Bir de, diyelim ki yola çıkmak için bir kervan düzüyorsunuz, bu kervana dâhil edeceğiniz arkadaşların cesur, kararlı, idealist, sizi yarı yolda bırakmayacak, nefesi yeterli, mümtaz insanlardan olması şarttır. Bir başka husus da verim alınabilecek bilimsel toplantılar yapmak lazım. Yani iyi bir organizatör olmanız lazım..

Bu manada geçmişte benim bir hayli önemli denemelerim oldu. Ses getiren organizasyonlar yaptım. Bunların arasında Işık Dağı’nın zirvesinde yaptığım organizasyonu kayda değer olarak görüyorum. Biliyorsunuz, MHP’liler senede bir Kayseri’de Erciyes Dağının zirvesinde toplanırlardı. Böyle bir organizasyonu ben de Ankara’da yapmayı kafama koydum. O zamanlar performansım ve etki alanım bir hayli fazlaydı. Bir yanda günlük bir gazetenin genel yayın müdürüyüm, TBMM’de Parlamento Muhabiri, Ankara İl Genel Meclisinde Meclis Başkanı, Türkiye İl Genel Meclisi Üyeleri Birliği Genel Başkanıyım. Bir gün kesin kararımı verdim ve Ankara’nın en zirvesi konumundaki Işık Dağının zirvesinde hayalimi gerçekleştirmek üzere harekete geçtim. Buluşmaya 6500 kişi katıldı. Dağın tepesinde 3000 kişiye sıcak yemek verdik. 1000 kişiye kumanya dağıttık. Bütün masrafları Odalar ve belediyeler karşıladı. Her türlü araç gerecimizi belediyeler verdi. Mesela, Ankara Büyükşehir Belediyesi 50 otobüs verdi. Tabii bu yetmezdi… AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Ayhan Yılmaz ayrıca 25 Otobüs daha verdi. Muhteşem bir organizasyon oldu. Ve anladım ki biz istersek büyük organizasyonları gerçekleştirebiliriz... Benim için bu organizasyon büyük bir tecrübe ve imtihan oldu. Bilahare aralıklarla toplantılar yaptım, çeşitli konularda konferanslar, seminerler, ödül törenleri düzenledim.”

OKUMAK HER ŞEYDEN DAHA ÖNEMLİDİR

Bilindiği gibi “Allah’ın ilk emri oku” dur. Bunu sadece Kur’an-ı Kerim okumak olarak anlamamak lazım. Hedef çok yönlü olmalı. Mesela İngilizce, Çince, Japonca, Rusça, Almanca, Fransızca (vs) isteyen gazete, dergi, kitap neyi istiyorsa okusun, yeter ki okusun... Bu düşünceye paralel olarak, “Okumayı Yaygınlaştırma Projesi” hazırladık. Bunu Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yaptık. Kazan, Etimesgut ve Haymana Belediyelerinin katkılarıyla ödüller verdik.

 

İlkokul öğrencisinden Üniversitedeki Profesörüne kadar, dağdaki çobandan, kahvehanedeki “okey” oynayanlara kadar herkes okuyacak… Çiftçiler, işçiler, kadın, kız-kızan herkes okumalıydı. Ki bu mücadeleyi başlattık. Bu projenin sorumluluğunu değerli arkadaşımız MEB Baş Müfettişi, Gaziantep Eski Milli Eğitim Müdürü Sayın Cevdet Sezgin üstlendi ve başarı ile sonuçlandırdı. Bu çalışma okuma projesinin ilk bölümüydü, şimdi bundan sonra projenin ikinci bölümünü hayata geçirme gayreti içindeyiz.

Aslında devletimizin onarıma ihtiyacı var. Biz Ankara Meclisi yönetici kadroları olarak devletimize, dolayısıyla hükümetimize katkıda bulunmak itiyoruz. Bu anlamda hiçbir şey beklemeden söküğünü dikmek, yırtığını yamamak, eksiğini tamamlamak istiyoruz. Uzun lafın kısası: devletimizin onarıma ihtiyacı var, biz bu onarım harekâtını üstlenmek istiyoruz.

Okumak aynı zamanda insanın kelime hazinesini artırır, kelime hazinesi artınca daha rahat cümle kurar, daha güzel konuşur; kültürü gelişir, toplum içinde itibar görür. Giyiminden kuşamına kadar görgülü özelliğine kavuşur. Çok okuyan kişi kendinde bir fevkaladelik hisseder. Kararlılık gösterir. Geleceğe güvenle bakar.

PROJELER, PROJELER, EN ÖNEMLİ PROJELER

Benim için proje çalışmaları çok önemlidir. Biz Ankara Meclisi olarak, “PROJELERİ GELİŞTİRME AKADEMİSİ”ni hayata geçirdik. Akademinin başında Adnan Pekşen diye değerli bir arkadaşımız var. Bir başkan Vekili, bir Başkan Yardımcısı olmak üzere 15 kişilik bir ekip görev yapacak. Şimdilik kısa çalışmalara başladılar. Projeler havuzda birikmeye başladı. Korona Virüsü karantina hadisesinden sonra “Bismillah!” deyip başlayacağız.

EN ÖNEMLİ ÜÇ DÜŞÜNCE VE BU MANADA HAYATA GEÇİRMEK İSTEDİĞİMİZ PROJELER

Türkiye’de bana göre önemsenmesi gereken 3 önemli hadise var. Bunların başında Birincisi “Okumamak” gelir. İkincisi “Yeterli Derecede Çalışmamak”, üçüncüsü de “Üretmemektir”.

Bu eksiklikleri nasıl tamamlayacağız peki? Arazilerimiz mera haline geldi. Köyden şehre göç zirve yaptı. Köyde durmamak moda oldu. Bunların sonucunda da bu gün Şehrin keşmekeşliği içinden çıkılamaz bir hal aldı. Adam şehirde her türlü riske katlanıyor ama köyde hür iradesi ile ata yadigârı topraklarda çalışıp üretime katkı sağlamıyor. Hâlbuki biz “Köy demek Hürriyet Demektir” diyoruz. Köy demek “üretim” demektir. Köy demek “verimlilik demektir-Bereket” demektir. İşte bütün bu gerçekleri dillendiren bir teşkilatın mensupları olarak: "sıkıntıların bertaraf edilmesi için her türlü riski almaya, taşın altına elimizi koymaya hazırız " diyoruz.

Köyde yaşayan vatandaş rahat duramaz; illa ki toprakla haşır-neşir olmak ister... Bu nedenle, köylüyü küstürmemek lazım!

 

KÖYLÜ TOPRAKTAN SOĞUDU. TOPRAK KÖYLÜYE KÜSTÜ, ÇİFTÇİ DE TOPRAĞA KÜSTÜ

Üzülerek ifade etmek isterim ki, Köyü ve köylüyü hiç önemsemez hale getirdiler. Eskiden “Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı” vardı. Oradan hemen “köy” unvanını kaldırdılar. Bu durumu fark eden vatandaş köyün ve köylünün benimsenmediğinin farkına vardı. Bu nedendendir ki son zamanlarda üretim yapamaz oldular. Neden biliyor musunuz? Köylü toprağa küstü, Toprakta köylüye küstü. Aralarındaki o eski haz, eski bağ, eski heves ve sevgi kalmadı.

 


Biz diyoruz ki, “İstanbul kafasıyla Anadolu idare edilemez!” Bu düşüncemizde ısrarcıyız. Zamanında Tarım Bakanı olan Mehdi Eker’e bir görüşme sırasında şunları söylemiştim (bunlar ispatlı belgeli): “Bu kafayla giderseniz Türkiye’de tarım ve hayvancılığı bitirirsiniz!” AK parti Genel Merkezinde de bazı yetkililerle görüştüm, devlet erkânıyla görüştüm... Herkes “Haklısın” dedi ama ortaya kimse bir şey koyamadı.

 

Neticede ne oldu? Sapı-samanı, patatesi soğanı, sığırı, davarı ithal etmek zorunda kaldık. Eti ithal etmek zorunda kaldık... Şimdi ithal edilmiyor mu? Tarım ürünlerinin hala %70’ini ithal ediyoruz. Durum bu kadar enteresan! Peki, böyle yapacağımıza bizim köylerdeki arazilerimizi ekip biçsek, tarımı geliştirsek; köyde hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızı sıkıntıya sokmasak, onlara kolaylık sağlasak, morallerini bozucu hal ve harekâtlardan kaçınsak doğru olmaz mı?

ŞEHİRDEN KÖYE DÖNÜŞ VE VERİMLİLİĞİN ARTIRILMASI

Şehirden köye dönüşü mutlaka teşvik etmek, gerçekleştirmek lazım! Bizim bu anlamda projemiz var. Kısaca ifade edecek olursam, Şehirden köye dönen herkese devlet 40-50 bin lira para verecek bir defa... Köyüne giden vatandaşa çalışması ve üretmesi için şart konulacak. O çalışacak, çalıştıkça da devlet destekleyecek. Devlet şu anda köylülerin suyunu aldı, parayla satıyor; ‘benim suyumu bana satıyor’ böyle bir şey olur mu ? Köy odalarını aldı, köy konaklarını aldı. Köy tüzel kişiliğine ait arazileri aldı, ekilip biçilen yerleri aldı. E… köyün morali bozulmaz mı Allah aşkınıza?

 

BİR KÖY ANISI VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE YASASI

Davet üzerine Adapazarı’nın Hendek ilçesi Bıçkıatik köyüne gittim. Zaman zaman “Köy Odası Sohbetleri” düzenliyoruz. Caminin yanında fındık bahçeleri var. Orası önceleri “Köy Tüzel Kişiliği”arazisiymiş. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası çıkınca belediye gelmiş orayı gasp etmiş. Halbuki köylüler ne yapıyorlardı orada? İmece usulüyle üretiyorlar, toplayıp, satıyorlar; o paralarla caminin, okulun, (sadece bunlara harcanmıyordu halktan da sıkıntılı olanların) ihtiyacını karşılıyorlardı. Köylüler bu manzara karşısında o kadar müteessir olmuşlar ki anlatamam...

Konumuza dönecek olursak, ne dedik? Birincisi OKUMAK, ikincisi ÜRETMEK (verimlilik) demiş oluyoruz. Üçüncüsü ne biliyor musunuz? Türkiye için bir felaket yasası olan 5216 Sayılı BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KANUNU.Bu yasanın çıkmasıyla birlikte, köylülerin morali bozuldu. Ne yapacaklarını şaşırdılar. 30 vilayetin bütün köylerinin unvanını değiştirip mahalle yaptılar. Bazı ilçe ve Beldeleri de öyle oldu. Tam anlamı ile abesle iştigal bir düzenleme oldu! Peki bu yasayı hükümet niye çıkardı?

 

BÜYÜK ŞEHİR YASASININ MÜSEBBİBİ 3 KİŞİDİR:

MELİH GÖKÇEK Ankara’da kazanamaz duruma gelmişti, 4. Kez aday yapılarak zaten çok büyük bir hata yapıldı. MENDERES TÜREL, Antalya belediye başkanıydı, sonra AK Parti Genel Başkan Yardımcısı oldu. Birde eski Denizli Belediye Başkanı NİHAT ZEYBEKÇİ; bunların üçü, Sayın Cumhurbaşkanımızı (kandırdılar demeyelim ama) ikna ettiler yasayı çıkardılar. Çünkü merkezde oylar yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Köylüler hala idrak edememişlerdi bazı gerçekleri. Dolayısıyla köylülerden oy almak daha kolay oluyordu.

BÜYÜKŞEHİR YASASI TÜRKİYE’NİN FELAKET YASASI OLDU:

Bu yasanın çıkmaması için biz çok büyük mücadele verdik. O zaman İçişleri Komisyon Başkanına gittim, O zamanlar İl Genel Meclisi Başkanları Genel Başkanlığı yaptığım dönemlerdi ve ortak toplantılar yapmıştık, tanışıyorduk. Komisyon Başkanı eski Konya ve Şanlıurfa Valiliği yaptığı için bu yasanın felaket getireceğinin farkındaydı. Aynı zamanda Kırklareli Milletvekili olan Tevfik Ziyaeddin Akbulut‘a: “Bu ne olacak, bu rezaleti nasıl önleyeceğiz?”dedim. Sayın Akbulut aynen şöyle dedi: “Mehmet Bey, bu iş size düşüyor. Mücadelenizi sonuna kadar sürdüreceksiniz! Dosya şu anda bende, eğer bu dosya buradan giderse bu kanunu çıkarırlar ve Türkiye için de felaket yasası olur.” dedi.

Bu konuyu Rahmetli Hasan Celal Güzel ile de oturduk konuştuk. 2 gün Sabah Gazetesinde çok önemli yazılar yazdı. O, hükümet yanlısı, hem yazdığı gazete, hem kendisi… Eşi de AK Parti’den Ankara Milletvekiliydi. Buna rağmen hiç kimse itiraz edemedi, yasa çıktı ve bu yasa Türkiye’nin felaket yasası oldu.

 

MÜCADELEMİZ ARALIKSIZ OLARAK SÜRÜYOR

Projelerimizi hayata geçirmek için mücadele veriyoruz. Çünkü Türkiye genelindeki arkadaşlarımızı bilgilendiriyoruz, onlarda halkı bilgilendiriyor. İnşallah bu virüs hadisesi gündemden çıktıktan sonra büyük toplantılar yapacağız. Zaten biz her ay toplantılar yapıyorduk. İlim ve irfan adamlarını, siyasileri, gazetecileri, devlet erkânını çok yönlü olarak yaptığımız toplantılarda konuşturup ve mesaj veriyorduk. Mesajlarımızı bundan sonra daha rahat vereceğiz. Mesajlar verilirken, tabii biz bağımsız bir kuruluşuz, bu parti, şu parti öyle bir ayrımcılık yok bizde. Bu söylediklerimizi de eleştiri mahiyetinde değil, temenni mahiyetinde dile getiriyoruz. Siyaset üstü bir durumumuz söz konusu.

ETKİSİ ALTINDA KALDIĞI ŞAHSİYETLER VE BİRLİK-BERABERLİK MESAJI

Ankara Meclisini tanıtırken, “ Hakk için halka hizmet ” diye bir sloganla başlıyoruz. Milli ve manevi değerler benim için çok önemli. “ Bütün müminler kardeştir ” düsturuyla hareket etmemiz lazım. Türk-İslam Mefkûresiyle, yani rahmetli Mehmet Akif düşüncesinin etkisinde kalmış olduğumu söyleyebilirim.

Eskiden, fikri çalışmalar olurdu Ankara’da. Ahmet Kabaklı, Osman Yüksel Serdengeçti, Ergün Göze, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya vs. Toplantılara giderdim. Onların etkisi altında da kaldığımı söylemem mümkün. Çocukken de birçok şairin-ozanın etkisi altında kalmıştım; mesela Karacaoğlan’nın, Ferhat ile şirin’in, Mecnun ile Leyla’nın... Çünkü bunları okuyarak büyüdüm. Yavaş yavaş yaş kemale doğru ilerledikçe Allah’a daha çok yakın olmak istiyor insan…

KAÇ SAAT ÇALIŞIYORSUNUZ?

On altı saat çalışıyorum her gün, bazen daha fazla oluyor. Yayımlanmış kitaplarım var, yenilerinin hazırlığı içerisindeyim ama bu Ankara Meclisini daha fazla yaygınlaştırmak için yoğun çaba içerisindeyim. Yurdun tamamında olmamız lazım. Karadeniz bölgesine yeni adım attık, Doğu illerimizde de eksikliklerimiz var.

BU ZİRVE İSİMLERİ NASIL BİR ARAYA GETİRİYORSUNUZ?

Yüksek İstişare Kurulu Üyelerimiz hariç 200 zirve ismi kurullarımızda görevlendirmek istiyoruz. Nasıl olur bunca zirve ismi bir araya getirmek? Şu anda aramızda 6 profesör var. Doçentler var. Öğretim Üyeleri var… Üç üniversite bitirmiş, dört lisan bilen arkadaşlarımız var. Tuğgeneral, Siyaset uzmanları, Devlet kademesinin zirvesinde görev yapan önemli isimler var. Mesela bizim Yüksek İstişare Kurulumuzda Bakanlar var, milletvekilleri var, valiler var… Benim eski siyasi bir geçmişim olduğu için bu isimleri bulmakta ve bir araya getirmekte zorlanmıyorum.

 

Bu konuda benim bir avantajım daha var. Ben, Türkiye İl Genel Meclisi Genel Başkanı olduğum dönemde Edirne’den Kars’a kadar Türkiye’yi gezdim. Birde Yeni Şafak Gazetesinde köşe yazarı olduğum günlerde gezdim. Yazılarımı Ankara’dan yazıp gönderiyordum. Gazete imkân sağladı ve Anadolu’yu bir de bu vasıta ile gezme imkânım oldu. Gazetede bir gün “Anadolu izlenimleri” diye yazıyordum, bir gün de “Kulis Arkası Notları” diye yazıyordum. O zamanlar dedikoduyu seviyordu kamuoyu. TBMM’de kulisler bizden sorulurdu desem mübalağa sayılmaz. Kitaplarımın büyük çoğunluğunu TBMM’nin kütüphanesinde yazmışımdır. Üç kitabım var. Birisi 3. Baskısını yaptı, Özallı yılları ihtiva eden “Beni Çok ararsınız.” Kitaplarımı Akçağ kitabevi basıp dağıtıyor.

BİLDİĞİM KADARIYLA RAHMETLİ ÖZAL’LA SIKI İLİŞKİLER İÇİNDEYDİNİZ?

Rahmetli Özal Başbakanken ben Türkiye İl Genel Meclisleri Birliği Genel Başkanı, Ankara İl Genel Meclisi’nin Meclis Başkanı, Anadolu Basın Birliği Genel Sekreteri, bir de günlük bir gazetenin genel yayın müdürüydüm; ayrıca TBMM’de de Parlamento muhabiriydim. Biraz mübalağa olacak ama konum itibarı ile fena sayılmazdım. Birde Başbakan Özal ile ilişkilerim çok iyiydi. Cumhurbaşkanlığına geçtikten sonra ben Anavatan Partisi’nde Mesut Yılmaz’la anlaşmazlığa düştüm. Çünkü ben “ Özalvari ” düşünürdüm, bazı yazılarımda Mesut Yılmaz ve hükümeti zaman zaman ufak-tefek de olsa eleştirilerim oluyordu.

MESUT YILMAZ’LA İLİŞKİLERİNİZ İYİ DEĞİLDİ ANLADIĞIM KADARIYLA?

 

Mesut Yılmaz başbakan ve Anavatan Partisi (ANAP)’ın Genel Başkanıydı. Bir bayram günü bayramlaşma esnasında tokalaşıyoruz, bana: “Seni disipline vereceğim” dedi. Ben de “Canın sağ olsun!” diyerek geçiştirdim. Beni disipline verdi. Durumumun öncelikle İl Disiplin Kurulunda görüşülmesi gerekiyordu. İl Disiplin Kurulu 9 kişiden oluşuyordu. Hiç korkum yoktu. Beni ihraç etmek öyle kolay değildi… Neden biliyor musunuz? Kamuoyu baskısından ötürü sıkıntı olurdu. Mesut Yılmaz pek derin düşünmezdi. Disiplin kurulunun 9 üyesinden 6’sı benim lehimde oy kullandılar ve beni ihraç etmediler. Durum böyle sonuçlanınca kamuoyu “Mesut Yılmaz’a kafa tutan adam” konumunda değerlendirdi. Ama ben her şeye rağmen ona saygısızlık asla yapmadım. Rahmetli Özal’a karşı bir kin ve saygısızlığı vardı. Zaman zaman rahmetli ile bu yönlü değerlendirmeler yapıyorduk.

ÖZAL’IN YENİ PARTİ KURMA FİKRİ VAR MIYDI?

Özal, çileli günler yaşadı Cumhurbaşkanlığı döneminde. Mesut Yılmaz Sayın Rahmetli Demirel ile işbirliği içinde. Demirel akıl hocalığı yapıyor, maksat ANAP’ı bitirmek. Rahmetli Özal: “Mesut’la bu iş olmaz. Anavatan Partisi miadını doldurdu, biz yeni bir parti kurmamız lazım” dedi. Ben de, “Efendim, partimiz var işte, Anavatan Partisi’ni Mesut Yılmaz’ın elinden alalım, hazır parti var!...” dedim. O buna pek sıcak bakmadı. “Yok, olmaz!” Deyip, tekrar etti: “Artık bundan sonra Anavatan Partisi iflah olmaz!”

 

Turgut Özal’ın ağlamaklı hallerini gördüğümü söyleyebilirim. Birisi, Üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran kanununu çıkarmıştı, Anayasa Mahkemesi reddetti; o zaman ağlamaklı oldu, gözlerinin yaşardığına şahit oldum. “ Yav! Ne istiyorlar bu inançlı Anadolu insanından..? ” diye üzüntüsünü belirtiyordu. Bir başka duygulandığı anı da “Anavatan partisi bitti! Bitiriyor, Mesut Yılmaz partiyi bitiriyor…” dediği zaman çok duygulandığını fark ettim.

Daha sonra yeni bir parti kurmaya karar verdi. Partinin kuruluş çalışmalarında ben de görevliydim. Türkiye genelinde görevliydim, daha sonra Ankara ile de ilgilenmemi istedi. Bende dedim ki: “Efendim, bana Halil Şıvgın darılır, kırılır vs..” deyince, yüzüme bakıp suskun bir konuma girdi.

Parti kuruluş çalışmalarında 9 kişiden birisi bendim. Mesela Kaya Toperi (Allah ondan razı olsun) bana çok destek verdi. Bizim rahmetli ile ilişkilerimizde onun katkısı çok oldu.

Bir ara Cumhurbaşkanlığında 321 İl Genel Meclisi üyesi ile bir toplantı yaptım O zamanlar ve Özal’dan önce Cumhurbaşkanlığında bu tip organizasyonlar çok nadiren yapılırdı. Önceden arkadaşlarla görüşüp kendilerini nasıl takdim edeceklerini söyledim. Herkes adını-soyadını, memleketini, partilerini ve hatta hangi ırktan olduklarını bile söyleyebileceklerini ifade ettim. Arkadaşlar kendilerini etnik kökenleriyle bile rahatlıkla takdim ettiler. Toplantı sonunda fotoğraflar çektirdik ve herkes mutlu bir şekilde dağıldı. Herkes ayrıldıktan sonra rahmetli bana: “Bu kadar çeşitli kültür ve çeşitli yörelerden bu arkadaşları toplayabilmen fevkalade önemli. İleride bize lazım olacak!” dedi.

 

ALPARSLAN TÜRKEŞ İLE GÖRÜŞME VE TÜRKEŞ’İN TURGUT ÖZAL HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Rahmetli Alpaslan Türkeş ile Belekte görüştüm. İlk Türk Dünyası Kurultayı 21-23 Mart 1993 tarihleri arasında Belekte (Antalya) yapılmıştı. Toplantıya ara verildikten sonra Rahmetli Alparslan Türkeş istirahate çekilmişti. Yanına yaklaşmayı bırak, ikametgâhının etrafında gezinmek bile kolay değildi. Bende mutlaka Sayın Alparslan Türkeş ile mutlaka görüşmek istiyordum, kafama koymuştum ama ‘Başbuğ yatacak, biraz istirahat edecek, tekrar toplantıya katılacak’ diyerek, talebimi kabul etmiyorlardı.

Sonradan Keçiören Belediye Başkanı olan Turgut Altınok (herhalde korumaların başı konumundaydı) Turgut Bey bana özel randevu aldı. İçeriye girdiğimde yarı soyunmuş halde olduğunu gördüm. Ayağa kalktı ve beni nazik bir şekilde karşıladı. Bir hayli hoş sohbetten sonra benim de Ülkücü olduğumu öğrenince: “Sen bizim partiye gelirsin artık?” dedi. Ben de, “Efendim ben Sayın Cumhurbaşkanımızla çalışıyorum!” dedim.

 

Hoş karşıladı “Münasip, ama irtibatımızı kesmeyelim, sık sık görüşelim “ dedi.

“Siz Sayın Cumhurbaşkanımızı nasıl bilirsiniz, ileri-geri bazı konuşmalar var; özellikle ırkî durumu konusunda?” diye sorunca,

Gülümsedi… Ve bana şunları söyledi:

“Söylenecek bir şey yok, o tam anlamı ile Türk Milliyetçisidir.”

“Nasıl Türk Milliyetçisi olur efendim?” filan derken lafımı ağzımdan aldı ve şu ifadeleri kullandı:

“Ya sen benden iyi mi bileceksin? Biz gençlik yıllarımızda birlikte mücadele verdik. Onun ailesi milliyetçi ve vatanperver insanlardı. O ana-babanın böyle olduklarını nasıl idrak etmiş oluruz? Peki ben sana soruyorum?” Dedi. “3 tane kardeş mi bunlar? Birisinin adı Turgut, Birisinin adı Korkut, Birisinin adı Yusuf Bozkurt! Yahu bundan daha iyi Türk Milliyetçisi mi olur?”

 

MEHMET AKYOL’UN SEMRA ÖZAL'A KARŞI SİYASİ İŞKİLERİ

Semra Hanımla ilişkilerimiz hiç iyi değildi. Rahmetli Özal’ın Hanımefendiye karşı bir zaafı vardı. Semra Hanım, İstanbul’dan Anavatan Partisi İl Başkanlığına adaylığını koyunca daha iyi anladım. Biz parti içinde bir ekip hanımefendinin il başkanı olmasını istemiyorduk. Biz buradan bir ekip kurduk, onun kongreyi kazanmaması için aleyhinde çalışmak üzere gittik İstanbul’a gittik. O zaman anavatan Partisinin Genel Başkanı olan Yıldırım Akbulut, İçişleri Bakanlığı yapan Abdulkadir Aksu gibi birçok önemli isimle aynı düşünceyi paylaşıyorduk. İstanbul’da Bizim misafirhanemiz var Tarabya Otelinin hemen yanında, “Vilayetler Hizmet Birliği.” Orada aleyhte çalışma planlaması yaptık. Ben kazanmaması için ne gerekiyorsa yapacağım Özal’a da söyledim. O da:

“Ben karışmıyorum, ne yaparsanız yapın!..”

Diyerek geçiştirdi ama onun kerhen söylediğinin farkındaydım. Bir çıkmazın içindeydi. Semra Hanımın İstanbul il başkanlığını Mesut Yılmaz, Mustafa Taşar ve ekibi destekliyordu.

Akşam resepsiyona katıldık. Semra Hanım terzisinden bana haber göndermiş:

“Sende mi Brütüs!” dedi.

“Bunu mu söyledi, sırf bunun için mi geldin?” dedim.

“Evet!”dedi.

Yeni parti kuruluş çalışmaları yapılırken Rahmetli Turgut Özal’a, “Partide Semra Hanım’da yer alacak mı?” Deyince, rahmetli:

“Sende kafayı Semra’ya taktın” dedi.

AYDIN MENDERES’İN PARTİ KURMA ÇALIŞMALARI VE ÖZAL’IN TEKLİFİ

Ama bu arada da Aydın Menderes’le de yurt genelinde konferanslar veriyorduk. Tabii bu faaliyetlerimizden Rahmetli Özal’ın bilgisi vardı. Erzurum’dan, Adapazarı’na kadar konferanslar veriyoruz. Derken, Aydın Menderes parti kurma kararı aldı. Yanımızda benim eşim, onun eşi de vardı, aynı arabada gidip-gelirdik. Yaptığımız Konferanslarla ilgili ben anlatıyorum, rapor veriyorum, parti kurma meselesinden de bahsettim Özal’a. Rahmetli Özal bir gün, “Aydın beye söyle parti kurmasın, birlikte hareket edelim, partinin şu anda genel başkanı o olsun; seçimlere gidilirken ben buradan istifa edip kuracağımız partinin başına geçeyim “dedi. Bu teklifi, Aydın Menderes’e ilettim. “Bir hafta düşünelim ”dedi.

 

Aydın Menderes’in Kavaklıdere’de bir ara sokakta mütevazi bir bürosu vardı. Orda, Cuma günleri 5-6 arkadaş yemek yer, durum değerlendirmesini yapardık. Bu esnada Aydın Menderes bir hafta sonra Hayır cevabını verdi. Şoke olmuştum !..“ O zaman gidip hiç değilse görüşün…” dedim, onu da kabul etmedi. Fazla üzerinde durmadım, Özal’a durumu aktardım:

“Efendim, Aydın Bey partiyi kendi başına kuracakmış, dolayısıyla bizimle ortaklık yapmak istemiyor ”dedim.

Rahmetli şöyle dedi:

“Seçimlerde ancak % 4 oy alabilir, boşuna siyasi israf olur.”

Daha sonra devreye Ali Coşkun girdi. Her ikisi ile de arası iyiydi Ali Coşkun’un. Ali Bey Menderes’i ikna etti. Aydın Menderesin bir şartı vardı. Aydın Menderes şöyle bir şart getirdi: “Görüşmede sen, ben ve Sayın Özal’dan başka kimse olmayacak!” dedi. Görüşme günü ve saati belirlendi. Ali Coşkun ve Aydın Menderes birlikte köşke gittiler. İçeri girdiklerinde rahmetli Yusuf Bozkurt Özal ve Hüsnü Doğan vardı. Aydın bey bu tabloyu görünce bir hayli bozuldu, ancak hissettirmedi. Görüşmede her türlü konu masaya yatırıldı. Son sözü Aydın Menderes söyledi:

“ Efendim siz öyle bir ulu çınarsınız ki, gölgenizde duran bile etki altında kalır. Kusura bakmayın, bizi kabul buyurduğunuz için teşekkür ederim. Ancak birlikte parti kurmamız konusunda ‘olumsuz‘ cevabını veriyorum “ dedi.

Aydın Menderes, fevkalade önemli bir insandı. İnançlı, vatanperver, millet aşkı ile mücehhez bir konumu vardı; ancak biraz katı ve hoşgörüsüz bir yapıya sahipti. AydınMenderes seçimlerde tek başına girdi ve % 1 civarında oy alabildi. Şayet işbirliği yapmış olsaydı çok güzel şeyler olacaktı.

Rahmetli Özal ise tarif edilemeyecek şekilde hoşgörülü, mükemmel bir insandı. O, “sen solcusun, sen sağcısın, sen komünistsin, sen şusun, busun…” demez ve öyle şeyleri düşünmeyi zâyit bulurdu. Öyle bir toplum mühendisiydi ki, “kötü insanı nasıl iyi yapabiliriz” hesabı içindeydi.

Bu manada çok sayıda örnek vermek mümkün... Mehmet Barlas, Cengiz Çandar gibi nice solcu olarak bilinenleri yanına alıp fikri anlamda değişime uğratmıştı. Daha sonra onlar bizim arkadaşlarımız oldular. Bir noktada diyebilirim ki, Cumhurbaşkanı onlarla arkadaş olup onları sağcı yaptı. Onlarla yurtdışı gezilerine beraber gittiğimiz günler oldu. Bir gün Mehmet Barlas’a bir sohbetimiz esnasında “Nereden nereye?” diye geldiği yeri ima edince, “Arkadaş, Özal bizi bu hale getirdi işte.” diye espri yaptı.

Özallı Yılları ihtiva eden ‘Beni Çok Ararsınız‘ adlı kitabım ile ilgili Mehmet Barlas da köşesinde önemli medhiyeler yazdı. Netice olarak, Hoşgörüyü, birlik ve beraberliğin nasıl tesis edileceğini ben rahmetli Özal’dan öğrendim.

MELİH GÖKÇEK’İN BAŞKENT ANKARA MACERASI VE MANSUR YAVAŞ GERÇEĞİ

 

Ankara’dan 4 dönem Melih Gökçek nasıl aday gösterebildi ve Başkentlilere nasıl seçtirildi hala merak ederim. Bunun cevabını senelerdir arıyorum ama bulamadım; halen akıl-sır erdirebilmiş değilim. Ve rahmetli Mehmet Altınsoy çok enteresan şeyler anlattı Sayın Gökçek’le ilgili olarak. Melih beyi Keçiören’den aday gösterenlerin başında o zaman partinin Propaganda İşleri Başkanı olan Halil Şıvgın gelir. Melih Bey ilk kavgasını Sayın Şıvgın’la yaptı. Bilahare Ankara’dan 5 dönem belediye başkanlığı yaptı. Bu süre zarfında hiç suyumuz barışmadı, hatta bir yazımdan dolayı mahkemelik bile olduk.

MANSUR YAVAŞ’IN KAZANMASI VE BAŞARI GRAFİĞİ

Mansur Yavaş’ı çok eskiden beri tanırım. Ben hâlihazırda AK Parti’nin kayıtlı üyesiyim. Ben biraz entelektüel düşünüyorum. Siyasi partilerin hepsine karşı sevgi ve saygım var. Birlik-beraberliğin tesisi için çalışma gayretimiz var. Melih Bey zamanlarından korktuğum ve Mansur Yavaş’ın Ankara’ya iyi şeyler yapacağını kesin olarak bildiğim için Mansur Beye alâkaderil imkân destek vermeye gayret gösterdim. Mesela, onun yaptığı konuşmalara katkı babından söylüyorum, fikri manada bazı katkılarım oldu. Özellikle tarım, köy ve köylerle ilgili, üretim ve verimlilikle ilgili Büyükşehir Yasası ile ilgili ciddi katkılarımın olduğunu söyleyebilirim. O da konuşmalarında benim ifade ettiğim konuları dile getirdi.

 

Bununla birlikte Hilton otelinde bir toplantı yaptık, muhteşem bir toplantı olduğunu söyleyebilirim. Hep böyle zirve isimleri davet ettim. Oturum başkanlığını ben yaptım. Yanımda da 4 federasyon başkanı vardı. Salon hınca hınç doluydu. Ancak toplantıya davet ettiğim kişilerin özellikleri ve kültür değerleri çok yüksekti. Toplantıda bir bakanı bir de valiyi konuşturdum. Çorumlular Dernekler Federasyonu Başkanlar Kurulu Başkanı (benim arkadaşımdır Ankara Meclisinde de kurul başkanı ) Araştırmacı, tarihçi ve yazardır. Toplantıya 100 kişi ile gelmek istedi. Ben de: “Yüz kişiyle gelme, 15-20 kişi ile gel ama getireceğin arkadaşlar seçkin insanlar olsun!” dedim. İddialı bir söylemle İsmail Bey bana şöyle bir cevap verdi: “ Ben 100 kişi ile geleceğim ve tamamı seçkin inan olacak!”

 

Kalabalık bir yana, katılımcıların heyecanı doruk noktasındaydı. Bu tabloyu gördükten sonra anladım ki Mansur Yavaş kazanacak. Mansur Bey de güzel bir konuşma yaptı. Toplantı dağılırken kapının önüne geçip tüm katılanların ellerini teker teker sıktı ve teşekkür etti.

Son günlerde görüyoruz ki Mansur Bey zor şartlar altında işi götürüyor. İktidar engelleme gayretindedir. O iyi bir belediyecidir ve bu manada iyi bir propagandisttir. Propagandasını yapmasını iyi bilir. Melih Gökçek zamanında yabancı ağaca ve çiçeğe verilen milyonlarca dolar harcandı, şimdi bizim yetiştiricilerimiz alıyor. Mansur Bey: “Ben artık bundan sonra Türk Çiçeklerini, Türk ağaçlarını değerlendireceğim” diyor ve ilave ediyor: “Benim vatandaşım yetiştirecek, onlardan ben alacağım. Meyvecilik, sebzecilik ve her türlü yetiştiricinin yanında olacağız.”

İKTİDAR MENSUBU BELEDİYE MECLİSİ ÜYELERİ ENGEL ÇIKARIYORLAR

Şehir estetiği daire başkanı var arkadaşımız Selami Aktepe, Kolektif bir çalışma yapıyor, diğer bölüm başkanları da aynı şekilde büyük performans sergiliyorlar. Mesela ANFA Genel Müdürü Sayın Nevzat Uslucan da başarılı bir grafik çiziyor. Polatlı ilçesi başta olmak üzere su borularının değiştirilmesi ile ilgili olarak 320 milyon civarında kredi ayarlanmıştı. Bu kredinin alımı için olağanüstü toplantı yapıldı. AK Parti ve MHP’li Meclis üyeleri maalesef ret oyu verdiler. Yani kredi yattı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen şu anda Türkiye’de en fazla puan toplayan, bugün seçim olsa başarılı olabilecek, oran itibarı ile % 8 oy artırımı gerçekleştiren tüm belediye başkanları arasında birinci olan Mansur Yavaş!...

YENİ KURULAN PARTİLER VE MİLLETİN BEKLENTİSİ

SORU: Siyasete girmeyelim diyorsunuz ama yine de bir sorum olacak, bütün siyasi parti liderleri ile ilişkinizin olduğu biliniyor, ancak Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan’la daha yakın teşrik-i mesaileriniz var. Bu iki önemli isim partilerini kurdular. Nasıl görüyorsunuz, halkımız benimsedi mi, beklenilen siyasi kuruluş hayata geçti mi?

 

AKYOL, bu soruya uzun uzadıya cevap verdi ve şöyle dedi: “ Benim için enteresan bir soru. Bir defa Ali Babacan dünyanın en iyi insanıdır. Bir nevi ahlak abidesidir. Sayın Davutoğlu da öyle. Babacan’ın ailesini tanırım, çok iyi bir insandır. Şereflikoçhisar’lı dır. AK Parti’de birlikte teşrik-i mesailerimiz oldu. Beraber pikniğe gittik, hayır-hasenat dağıtımını yaptık, ailelerin sofralarına oturduk… Bu nedenledir ki kendisini çok iyi tanıdığımı söylemek istiyorum. Hatta eşi hanımefendi ile de tanışırız. O da saygı değerdir.

Parti kuruluş çalışmaları yapılırken ve öncesinde %10-11 gibi bir potansiyeli vardı. Parti kurulduktan sonra bu potansiyel bayağı düştü. Bir araştırma şirketinin kamuoyu araştırmasında alacağı oy oranının % 7.8’lerde görünmesine doğrusu hayret ettim.

Konuşmalarında net ifadeler kullanıyor ama telaffuzunda biraz sıkıntının olduğunu söyleyebilirim. Bilgisini aktarırken iyi ifade etmek hâsıl olsa bile o pratik konuşma içerisinde bazı anlaşmazlıklar olduğu vakidir. Ama tekraren söylemek isterim ki, çok makbul ve muteber bir insandır. Partiyi kurarken iki yüz-üç yüz kişilik bir ekip kurdu. Hepsi de süper insanlar, hepsi de seçkin insanlar, Hepsinin de kültür seviyesi yüksek toplum tarafından kabul görecek insanlar; giyimleriyle kuşamlarıyla yakışıklı insanlar… (Ben biraz şekilciyimdir) Bu 200-300 kişilik kadronun büyük bir bölümünün siyasetçi olmadıklarını öğrenince çok üzüldüm. Siyasette nokta politikacılar çok önemlidir. Ezelden beri köylerde, şehirlerde mahallelerde-semtlerde hükümranlıklarını sürdürürler. Bunlar bir nevi “alaylı” politika üstatlarıdırlar. Ali Babacan’ın kadrosunda bu tür insan sayısı çok az. Kurucular kurulunda yer alanlar da böyle. Önemli isimler var ki bakanlık yaptılar, AK Parti içinde önemli görevlerde bulundular. Orada o işi yürütecek, yani politikayı gergef gergef işleyecek isim sayısı var ama istenilen kadar değil. Doğrusu Sayın Ali Babacan adına üzülüyorum.

 

AHMET DAVUTOĞLU VE PARTİSİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Sayın Davutoğlu Başbakan olduğu dönemde ben Yeni Şafak Gazetesinde “Anadolu İzlenimleri ” başlığı adı altında yazıyordum. Ahmet Davutoğlu’nun memleketi Taşkent’e gittim, Sayın Davutoğlu’nu tanımak üzere. Ciddi manada araştırma yaptım. Dört yaşında annesini kaybetmiş. Onu büyüten teyzesi ile halası ile görüştüm. İyi bir aile yapısının olduğuna şahit oldum. Çok iyi bir Avşar Türk’ü, iyi bir Müslüman; mükemmel bir ailenin çocuğu! Babası, eşinin vefatından sonra İstanbul’a gidip ticaretle iştigal etmeye başlamış. Kazancının büyük bir bölümünü hayır ve hasenata ayıran merhum Davutoğlu bir vakıf kurmuş. Memleketi Taşkent’te bir İmam Hatip Okulu yaptırmış. Vefatından önce vasiyetinde ölümü tecelli etmesi halinde cenazesinin Taşkent’e götürülüp orada defnedilmesini istemiş, aile efradı öyle yapmış. Mezarlığa gidip rahmetlinin mezarı başında dua ettim.

 

Ahmet Davutoğlu makbul ve değerli bir insan. Kurduğu partinin başarısını bilmem ama kanaatim “İyi bir Genel Başkan olur ama lider olup olmayacağı konusunda tereddütlerim var.”

ALİ BABACAN-AHMET DAVUTOĞLU VE ABDULLAH GÜL’ÜN BİTMEYEN İNTİKAM DUYGUSU

Bu iki değerli insan neden birlikte hareket etmediler, neden ayrı ayrı parti kurdular? Milletin kafasında zuhur eden istifham bu. Ayrıca gerek Babacan ve gerekse Davutoğlu’nun kurdukları partiler sanki AK Parti karşıtı partilermiş gibi görüntü veriyor. Vatandaş, ‘madem parti kuracaksınız, niçin beraber kurmuyorsunuz da ayrı ayrı kuruyorsunuz?’ diye soruyor. Birlikte kuramazlar. Çünkü Ali Babacan ve ekibi Abdullah Gül’ün inisiyatifi altında görüntü veriyor. Davutoğlu ile Abdullah Gül’ün arasında aşırı bir reaksiyon söz konusu. Çünkü Başbakanlık döneminde yol ayrımına girdiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün arasının açıldığı günlerde Davutoğlu Erdoğan’ın yanında yer aldı. Hâlbuki Davutoğlu’nu partiye getiren de, başbakan yapan da Abdullah Gül’dü. Bu vefasızlığı Gül unutmadı ve kırgınlığını bu günlere kadar taşıdı ve Ali Babacan ile Davutoğlu’nun birlikte parti kurmalarına mani oldu.

KAMUOYU NASIL BİR PARTİ İSTİYOR?

Türkiye genelinde araştırma yapıyoruz... Sayın Ali Babacan’ı istenilen düzeyde görmüyorsunuz, Sayın Ahmet Davutoğlu’nu da hâkeza…” Peki, nasıl bir parti istiyorsunuz?” diye soruyoruz. Genel tablo, hala daha aranan bulunmuş değil. Anadolu insanı bir MERKEZ PARTİ istiyor. Nasıl bir merkez parti? Bazı kesim, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğruyol Partisi, Anavatan Partisi çizgisinde bir parti düşünüyor. Bir başka kesim var ki onlar da dört tabana dayalı, Özal vâri bir parti kurulmasını istiyor. Böylesine muallakta kalmış bir tablo var ortada. Tabii bizim için önemli olan hangisi hayırlıysa öyle olsun inşallah. Biz hizmetlerimizi inşallah çok güzel şeyler yapmak suretiyle, sizlerin de katkısıyla Türkiye Genelinde, güzel işler yaparız.

MERHUM ADNAN KAHVECİ İLE İLGİLİ GELİŞMELER

 

Özal, rahmetli Adnan Kahveci’yi Anavatan Partisinin başına geçirmek istiyordu. Bu manada bana tiyo vermişti. Türkiye İl Genel Meclisi olarak yurt genelinde seminer ve konferanslar veriyorduk. Rahmetli Adnan Kahveci ile de Erzurum’da bir toplantı yaptık. (Bu çok özel bir bilgidir.) Toplantının oturum başkanı bendim. Kahveci’yi konuşması için kürsüye davet ederken sunum altından bir mesaj verdim. Rahmetli bunun farkına varmıştı. Toplantı sonunda “Mehmet Bey neredeyse beni Genel Başkan Adayı olarak lanse edecektin!” dedi. Gülüştük. Adnan Kahveci dürüst, süper bir insan, eşi az bulunur bir bilge kişiydi. Maliye Bakanlığı makamında baş başa önemli görüşmelerimiz oldu. Bu ülke için yapacağı çok şeyler vardı. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi.

TÜRKİYE’DEKİ ADALET SİSTEMİ ÜZERİNE

Bu konuda aklımdan geçenleri söylemem belki de doğru olmaz. Ancak ben biraz fazla demokrat olduğum için, Hak-Hukuk-Adalet duygularım ağır basıyor. Mesela, fikrinden dolayı hiçbir kimse hapishanelerde süründürülmemeli. Bir karikatürden ötürü bir karikatüristin, gazetecinin yazdığı haberden dolayı bir gazeteci hapse atılmamalı veya bir sanatçı sanatından dolayı hapishanelerde ıstırap çekmemeli.

Rahmetli Özal ve Demirel’le defalarca görüşmem oldu. Bu konuları enine boyuna görüşmüş-tartışmış bir insanım. Sağlıklarında he ikisi hakkında ne kadar karikatürler, haberler yayınlanır, ne kadar sözler söylenirdi... Çoğunlukla güler geçerlerdi. Mesela, Rahmetli Özal tek bir gazeteciyi mahkemeye vermedi, hatırlamıyorum. Ben, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda biraz hoşgörülü ve anlayışlı olmasının şık olacağını düşünüyorum.

EKİLMEDİK BİR KARIŞ TOPRAĞI BIRAKMAYACAĞIZ

Yıllar yılı bir mücadelenin içindeyim. Tarım dedik, köy dedik, üretim dedik, verimlilik dedik.. Şu anda bu işlerle ilgili Sayın Bakanımız Pakdemirli bazı çalışmalar yapıyor. İyi niyetli olduğu kanaatindeyim. İyi bir atanın evladıdır. Babası rahmetli saygıdeğer bir insandı. Ancak sayın bakanın bu işin üstesinden geleceğini tahmin etmiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda hassaslaşmış gibi görünüyor. Baksanıza ne diyor:

“Ekilmedik dikilmedik bir karış toprak kalmayacak. ”

Aman Allah’ım !.. Bu noktaya gelmiş olmaları ne güzel.

 

Peki becerebilecekler mi? Beceremezler! Neden beceremezler? Çünkü bu işi bilenlerle işbirliği yapma mütevaziliğini gösteremediler, bundan sonra da kendi kafalarının doğrultusunda hareket edeceklerini düşünüyorum.

Bakınız 3-4 sene önceydi, o zaman köyün dernek başkanı olan (AK Parti’den milletvekili adayı olan, Ankara il başkan yardımcılığı görevinde bulunan, şimdilerde Deva Partisi’nde siyasi mücadelesini sürdüren Sayın Kenan Başayar’ın daveti üzerine Kahramankazan’ın Ahi Köyünde toplantı yaptık. Üç yüz, dört yüz kişilik bir toplantıydı. O toplantının tüm kayıtlarını Sayın Cumhurbaşkanımıza ilettim, mesaj verdim. “Türkiye’de tarım ve hayvancılık kötüye gidiyor. Bakınız burada biz konuştuk, vatandaşlar konuştular, lütfen bu mesajları dikkate alın!” Alındı mı, alınmadı.

Bunun gibi nice toplantılar yaptık, nice mesajlar verdik ama umursayan olmadı. Bunun sonucudur ki, tarım ve hayvancılık konusunda bu hallere düştük.

Şayet benim Gıda Tarım Hayvancılık Bakanım, bakanlarım, milletvekilleri, idareciler: “kuzuyu bilmiyorsa, keçiyi, oğlağı, koyunu, buzağı, tekeyi, danayı bilmiyorsa sürüyü, çobanı bilmiyor ve görmemişse; toprak kokusu almamışsa, bizim derdimize derman olamaz! Sıkıntıyı bertaraf etmek hiç kolay olmayacaktır.”

Şimdi inşallah Cumhurbaşkanımız toprak kokusunu almıştır, toprak kokusunu fark etmiştir ki: “artık ekilmedik bir karış toprak bile kalmayacak, kalmamalı” diyor. Bizde (Ankara Meclisi olarak, BAŞKON olarak) devlete ( hükümete) bu manada her zaman destek vermeye hazırız. Bu yönlü çalışmalarımızı ve projelerimizi yetkililere takdim edeceğiz; sonu inşallah hayırlı olur.

Devlete ve milletimize yararlı olma gayretimiz ezelden beri devam etmektedir. Bizi engellemeye kalksalar bile biz mutlaka bir açık kapı buluruz. Mesela Çevre Bakanlığı ile ilgili bazı aksaklıklar, eksiklikler belirlemiştim. Hazinenin yerleri var, bu yerleri devlet satıyor. Ancak bazı aksaklık ve eksikleri belirleyip konuyu bakanlığa aktardım. Bunlardan biri için şu örneği verebilirim. Örneğin, Kahramankazan’ da arazinin rayiç bedeli 20-25 lira, orman köylerinde 35-40 lira, hatta daha fazla. Neden oluyor biliyor musunuz? Köyde ev yapmak isteyen iki kafadar çıkıyor, karşılıklı olarak fiyat artırımı yapıyor kaç liraya kadar çıkmışlarsa o köyde rayiç bedel o fiyattan uygulanıyor. Efendim en fazla burada artırım bu kadar oldu, bundan sonra da bunun ücreti bu olacak diye karar alıyorlar.

 

Sayın Akyol, burada bir ihmalkarlık, bir sorumsuzluk yok mu, yani devlet neden böyle bir uygulamaya göz yumuyor?..

Burada ilginç başka bir şey daha söyleyeceğim. Bu daha da ilginç! Şimdi bir köyde bir vatandaş devlet arazisini satın almak istiyor, ihale ile satın alacak; ihaleye çıkacak. Bir vatandaş olursa bekletiyorlar, 2, 3, 4, 5… 10 vatandaşa kadar ihale yapmıyorlar, bekletiyorlar. Neden ihale yapmıyorlar biliyor musun? Masraf olurmuş! Devlet masrafa girmesin diye… Peki köylünün durumu-vatandaşın durumu ne olacak? Benim köylüme, benim çiftçime yazık değil mi, benim üreticime yazık değil mi? Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bu durumu intikal ettirdim. Derhal müdahale ettiler. Bakan yardımcısı hemen Genel Müdürlüğe talimat vermiş. Bana da durumu bildirdiler. Ertesi gün Milli Emlak Genel Müdürü ile bir araya geldik. Milli Emlak Genel Müdürü Tufan Büyükuzun ve Yardımcılarıyla toplantı yaptık. Hem düşüncelerimizi aktardık, hem de iddialarımızı ortaya koyduk. Milli Emlak Genel Müdürü mükemmel bir insan; yardımcıları da öyle… Bir gün sonra 81 vilayete tamim yayınladılar. İstediğimiz doğrultuda karar çıktı.

 

Sayın Akyol, Bu da güzel. Sorunları giderebilen, hemen müdahale eden bürokratlarımız var, gurur verici değil mi?

Pek tabi ki! Ben, her zaman devletimizin bürokratlarına güvendim. Bu olay güvenimi daha da artırdı. Rahmetli Özal, “Benim memurum, benim bürokratım işini bilir “ derken işte bunu kastetmişti. Bu nedenle Sayın Tufan Büyükuzun ve yardımcılarının yaptıklarını ve yapacaklarını hafife almamak lazım. Hatta şunu da belirtmek isterim, bildiğim kadarıyla Ankara teşkilatlarında görev yapan yetkililer ve personel de aynı başarı grafiği içindeler.

Daha ilgincini söyleyeyim mi. Şu an itibarı ile satılan o araziler, bizim dedemizin arazileri, atalarımdan kalan araziler. Seneler öncesinden devlet babalarımızdan-dedelerimizden bu arazileri bedelsiz aldılar. (Bu hükümet zamanında değil, çok eskiden) Orman köylerinde kapının önüne kadar arazileri işgal ettiler. Şimdi o arazileri 2/B kapsamında satıyorlar. Ortada böylesine enteresan bir olumsuzluk var.

 

Bu haksızlıklar ve olumsuzluklarla mücadele etmek Ankara Meclisi bireyleri olarak en tabii görevimiz. Aslında bütün duyarlı vatandaşlar da hak arama konusunda duyarsız olmamalılar. Hani biz slogan olarak “Hak ve halk için!” diyoruz ya… İşte bütün gayretimiz bu minval üzeredir.

Belirtmekte yarar var; bizim önemli, ama çok önemli ilkelerimiz var. Mesela şımarmamak, meramını anlatırken mütevazı olmak, kavga ve kargaşa ortamından uzak durmamak gibi… Bağırıp çağırmakla, kin, garez, buğz etmekle kimse sonuç alamaz. Şu ölümcül salgın korona virüsü (covıd-19) hadisesine rağmen hala politika yapıyor bizim parti temsilcilerimiz. Ben asla hoş bulmuyorum. Onun için bizim sloganlarımızdan birisi “HOŞGÖRÜ” dür. İftira yok, yalan yok, dedi-kodu yok, tembellik yok. Hedeflerimiz arasında yer alan en önemli unsur OKUMAKTIR. Daha sonra ÇALIŞMAK, ÜRETMEK ve VERİMLİLİĞİ ARTIRMAK gelir.

Tekrar etmek gerekirse, bizim ilkelerimizi olan Okumak, çalışmak, üretmek ve verimliliği artırma konusunda herkesin duyarlı olmasını istiyor, saygı, sevgi ve hürmetlerimi sunuyorum.

 

İnşallah vatana millete daha fazla faydamız olur, ben buradan bir mesaj olsun diye söylüyorum; BİRLİK-BERABERLİĞİMİZİ MUHAFAZA EDELİM. Şu günlerde politika ile uğraşanlar bile, birbirlerine atıfta bulunmasınlar. Hoşgörü ortamını sağlayalım, ne olacak sanki! Hem ramazan, hem de bu fevkalade sıkıntılı günlerde birlik-beraberliğimizi tesis edersek bu alışkanlık haline gelir.

Ama kavgadan, kargaşadan kaçınacağız. Ayrımcılık yapmayacağız. Bir olacağız, “Büyük olacağız.” Buna mukabil bir sloganımız var onu da hatırlatalım: “Bizim derelerle işimiz olmaz, deniz-deryalarda; Okyanuslarda, geniş ufuklarda kulaç atarız! “

 

Hüsnü EKİZCELİ

Milli Mutabakat Hareketi Platformu Genel Sekreteri

Ankara Meclisi Mali İşler Koordinatörü, İletişim Danışmanı - Redaktörü