davutzat @ gmail.com

İnsanoğlunun yaşayış serüveni, ömrün çağlarını da içinde barındırıyor. Bunlardan en önemlisi hiç şüphe yok ki, gençlik dönemidir. Dinamizmin yerinde olduğu, iş gücünün yüksekliği, toplumsal hayata sağlanacak katkılar bakımından gençlik vazgeçilmezimiz. Yine geleceği şekillendirmek açısından bu evre toplumların hayat damarlarıdır. Bir ülkenin gençliğine bakarsanız içinde bulunduğu durumu da görebilirsiniz. Yetmez dersiniz geleceğini de görürsünüz.  Gençliğin eğilimleri, bilgi düzeyi, kültürü ve ahlakı gelecekteki toplumun yansımalarını elde etmemize imkân tanır. “Dünya Ahiretin tarlası” olduğuna göre; ne ekersek onu biçeceğiz. Gençlik deli bir rüzgâra benzese de hayatın rüzgârları hep aynı yönden esmiyor. Aynı güçte de! Hayata dair deli rüzgârlar bazen meltem gibi okşarken nefsimizi ve ruhumuzu. Kimi zaman da delirip, hortumlar ve fırtınalar çıkartabiliyor.
 
Zannımca gençlik denilen deli çağın bereketi, insanın fırtınalarını dizginleyerek dengeye koymasında gizlidir. Şayet bu çağı akılsız hareketlerle geçiştirirsek, yapılan hataların bedeli de ağır olur. Gençliğimiz hatalar yığınından ibaret ise yaşlılık evremizde bu hataların altında ezilmez miyiz? Evet, ihtiyarlık evresini zorluklar içinde tamamlarız. Hatta öyle yanlışlar yapılır ki, gençlikteki hataların bedelini sırf genç olan ödemekle kalmaz, çevresi de kendisiyle birlik olup öder. Kendisinden sonra gelen nesiller de. Bu yüzden gençlik enerjimizi ve gençliğin kuvvetini faydalı işlerde kullanmak gerekiyor...
 
Neslimizi yetiştirirken, yaşlılığın tecrübelerini aktarabilmeliyiz. Onların hayatlarına ihtiyarlığın donanımlarına eş bir akıl ve olgunluk katabilmeliyiz.   Genç dediğin; meşru daire içinde kalarak bir yandan gençliğin nimetlerinden yararlanırken, diğer yandan üretken de olabilmeli. Tembellik hastalığına müptela olmamalı. Kötü alışkanlıklar ve kötü huylu arkadaşlardan uzak kalabilmeli. Yüzü gülen gençler, insanlığını yitirmemiş, doğallını kaybetmemiş, teknolojinin esaretine girmemiş, robotlaşmamış bir gençlik düşlemek gerekir. Atatürk’ün gençliğe hitabındaki gibi midir gençliğimiz? Necip Fazıl’ın Gençliğe Vasiyetindeki gibi.  Mehmet Akif’in hayalindeki nesil mi? Hiç Asım’a benziyor muyuz?
 
Şayet; verimli, saygın, başarılı ve geleceğe ümitle bakan bir şahsiyet olmak istiyorsa gençlerimiz. Nasıl olmalıdır? Genç kişi cehaletin pençesinden kurtulmalı. Belalardan uzak durmalı. Ölüm gerçeğini, Allah korkusunu, edepli olmayı bilmeli. Asaletinden ödün vermemeli derim. Gençliğin adrenalini, duygu dünyasının deli rüzgârı, malum; insanı sarhoş eder. Velev ki, içkisiz olsa bile. Bu yüzden “benim bildiklerim en doğru dememeli” genç insan. Burnunun dikine gitmemeli. İstişareye açık olmalı. Paylaşımcı olmalı. Dinlemesini bilmeli. Zanlardan uzak durmalı. Bilmediği gerçekler hakkında kendince hüküm çıkarmamalı. Kurgu üretmemeli. Kolay kazanmadıklarından kolay da vazgeçmemeli. En küçük bir olaydan hareketle kendince neticelere varmamalı. Sel gibi bendini çiğneyip geçmemeli. Zira insanın bendi, bir parça kendi’dir aynı zamanda! Mesafeyi biraz açsa bile hakikatin sınırlarını taşmamalı. Haddi olmayan hadsizlikler yapmaması gerektiği gibi, dünyanın kendisine sunduğu insanları ve nimetleri hoyratça israf etmemeli. Şayet böyle yaparsa kişinin kendi menfaatinedir. Zira ömürler kısa, gençlik geçici. Gerçek sevgi ve dostluklar ise ender bulunan fırsatlardan. İş işten geçmeden, ölüm dostları seçmeden, sandığımız zanlara rağmen sonsuz hakikati aramalı genç adam.  Kolayına geleni yapana, nasihat dinlemeyene, tepeden konuşana, sırf hissiyatıyla hareket edene ve düşüncesiz yaşayana bir bedel vardır şu hayatta. Ne demiş şair; “Ana karnından geldik pazara, bir top kefen aldık gidiyoruz mezara...”
 
Öyleyse hayat bizi hastane ve mezar kapısına davet etmeden, biz kendimizi insani ve ahlaki yaşayışa teslim edelim. Hayatın bize sunduğu değer ve kıymetlere sonuna kadar sahip çıkalım. Ne dersiniz böylesi hem dünyamız hem de ukbamız açısından daha menfaatli değil midir?