Hep söylüyoruz insan muhteşem bir varlık. Tek yönlü değil. Ruhu var, gönlü var, beyni var, bedeni var. Bu donanımlarının ürettiği maneviyat, duygu, akıl ve eylemleri var. Bunlar kişinin itici güçleri. İçinde bulunduğu hale göre hangi yönü baskın ise ona göre de söz, eylem ve tepkiler üretiyor. Hepsini besleyen olumlu ya da olumsuz gıdaları var. Kırılmaları olan kişiler üzüntü biriktiriyor. Pozitif olanlar da neşe. Haksızlığa uğramışlar temkinli olurken maneviyatsızlık da isyan biriktiriyor. Sevgiyle büyümüşler sevgiyi biliyor. Vefasızlık yaşamış ve kendisine yanlış yapılmışlar ise iletişimlerinde ürkek, korkak ve daha mesafeli oluyorlar. Kimileri de duvarların arkasına gizlenip fildişi kulesine hapsediyorlar kendilerini. Nasırlarına basıldığında ise feveran, feryat, figan ediyorlar. Böyledir insanoğlu işte…
Bazı şeyleri öğrenmek ve bilmek insana yük getirir. Hele de tecrübenin ürünü ferasetin ekranı ise baktığınız yer. Bilmek ağır gelir insana. Keşke ot olsaydım, keşke bu kadar bilmeseydim. Keşke sadece burnumun ucunu görebilseydim dediğiniz zamanlar olur. Çünkü az bilenin yükü de azdır. Dar bir alanda yaşayanın mutlulukları da dar, ıstırapları da az olur. Kendi küçük dünyasında yani fanusunda mutludur böyleleri. Oysa bilgi, donanım, çevre ne kadar artar ise hüzünlerde o derece genişler ve ağırlaşır. Hz Aişe bu yüzden “keşke yaratılmasaydım” demiştir. Hz Ömer “keşke toprak olsaydım” demiştir. Sevgililer Sevgilisi “hiçbir peygambere eziyet olunmadı bana eziyet olunduğu kadar” demiştir.
Neden söylenmiş böylesine duygu ve anlam yüklü bütün bu sözler. Tabii ki bilmenin ağırlığından söyleniyor. Aklın bilmesinin ötesine geçmektir bu. Bilinç denilen ruhun bilmesidir. Aklı ve duyguyu kuşatıp bedene yük getiren bilmeydi bu bilme. Tonlarca yükün altında eziliyorcasına bilmeydi. “Kustum öz ağzımdan kafa tasımı” dedirtecek kadar dı hem de bu bilme… Kim ne bilecek bilmediğini. Kim ne bilecek kimin ne kadar ne bilip ne kadar derinliği olduğunu…
Keşke bu kadar bilmeseydim der insan. Bilmemeyi ister. Bilmeyi istemedikleri bilmek istediklerinden daha fazla olur kimi zaman. Evet sırça saraylarımız vardır iç dünyamızda. Sırlı bir küp misali içi ışıldayıp dışarıdan pek de fark edilmeyen. İşte tam oraya saklanırız bilmelerimiz ağır geldiğinde. Korunaklı bir alandır bilmeyi istememek. Bile isteye insan kendine bu iyiliği(!)yapar. Bilgi her zaman güç ve önemli bir birikim iken yapar hem de bunu. Kendimizi aldatmak pahasına yaparız. Sonuçlarını bildiğimiz, hakikati anladığımız halde bilmeme numarası yaparız kendimize. Mutluluğumuz sönecek sanırız. Kaçtığımız gerçeği öğrendiğimizde kaybetmekten korkarız tutunduğumuz şeylerden. Yük görmeyiz bilmemeyi. Bilmekten daha hafif gelir fazladan bilmek. Çok bilmekle boş bilmek aynı şey değildir zaten...
Bilmelerinizin de bilmemelerinizin de size yük getirmemesi ve her şart altında mutlu olup, kazananlardan olmanız dileğiyle. Gülüşünüz şen gönlünüz gülşen olsun.