veyseltanerucar @ gmail.com

Empati, hepimizin bildiği bir kelime. Karşımızdaki kişiyi daha iyi anlayabilmek ve ortak bir noktada buluşabilmek için yapmaya çalıştığımız tutum. Karşımızdaki kişiyi anlayabilmek için onun gibi düşünebilme çabası.

Bazı tasavvuf,sosyoloji yada kissel gelişim kitaplarının hatta okuduğumuz romanların bizim üstümüzde neden bir etki oluşturmadığı konusunda empatinin önemi varmı acaba? Acaba okuduğumuz hikaye deki kahramana ne kadar bürünebiliyoruz?

Konuyla ilgili bazı felsefecilerin ve psikologların yazılarında şu söylemlere denk gelmiştim;
"Bir kitabı anlayabilmek için yazar gibi düşünmek ve hatta hikayedeki kahraman gibi, evet onun gibi yaşamak gerek". Pek tabi bu durum gerçekte değilde gerçekmişcesine olduğunda başarılı olur.

Aynı zamanda bu yöntem bazı cinayetlerin çözümünde cinayet ekiplerinin kullandığı yöntemlerden de biridir. Katili bulabilmek için onun gibi düşünmek...Yani karşındakini anlaman için onun gibi davranman şart.

Konu tam olarak empati değil aslında. Farklı bir versiyonu.
Yazara empatimi yapmıyoruz,yazar gibi mi yaşamıyoruz yoksa onlar gibi davranmak işimize gelmiyor da, istemeden de olsa bilgi yüklü merkep konumuna girmek için mi okuyoruz? Konu bu. Dürüst olmak gerekirse
üçüncü konumu düşünmek dahi istemiyor ve kimseye yakıştıramıyor olduğumdan es geçiyorum.

Peki ya diğer iki kısım? Acaba yazara empatimi yapamıyoruz. Ya da daha saf bir ifadeyle, acaba kahramanı anlamaya çalışmıyor muyuz?

Örneğin bazı tasavvuf külliyatlarının ağır dilinden, yani anlaşılamamasından muzdarip olan kişiler biliyorum. Mesele yabancı kelimeleri türkçeleştirmek değil. Anlamı,manayı idrak edebilmek. Çünkü sadeleştirilmiş halini bile anlayamıyoruz bazen. Yani manayı idrakte zorlanıyoruz.

Tam bu konuyla alakalı olarak devrin alimlerinden birinin yaşadığı bir olayı aktaralım...

Alime (Sözde O'nu talebelerinin yanında rencide etmek amacıyla) çok bilgili olduğunu iddia eden bir insan gider ve sorar. "Yahu siz çok mu lazımsınız? Siz olmadan da bu din olmaz mı?İlla bu kitaplarınızı okuyup bu işlerde size biat etmek zorundamıyız?" der. "Nedir yani benden de bir İmam Gazali(k.s) çıkmaz mı?" diye de çıkışır mübareğe. Mübareğin verdiği cevap mübarekliğinin kerameti niteliğinde tabi.

"Biz çıkmaz demiyoruz ki! İmam Gazali(k.s) gibi olmak için onun yaptıklarını yapman gerek. O'nu anlaman gerek.Bizde O ne yaptıysa onu yapıyoruz.Anlamaya çalışıyoruz. Yapmadan,anlamadan olanı görmedik".

Şimdi İmam Rabbani(k.s)in mektubatlarını , İmam Gazali(k.s) nin kitaplarını okuyan kişiler, onların yaptığını yapmadan nasıl o kitapları idrak etmeyi düşünürler ki.
Anlamak başka,idrak başka,tatbik başkadır.
İdrak için tatbik gerekir.
İmam Rabbani(k.s) gibi dünyaya bakamazsak, kitabında anlattıklarının idrakine nasıl varabiliriz. İmam Gazali gibi bir yaşantı seçmezsek O'nun " Bedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır ! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır" sözünü nasıl idrak edip yaşantımızda uygulayabiliriz.

Yazılmış külliyatların ana kahramanlarının asıl bizler olduğumuzu bilerek, önce kendimiz olup kendi hayatımıza odaklanıp kahramanı yani kendimizi anlamaya çalışmalıyız.

Allah; hepimizin dimağında kodlanmış olan şuaların, mübareklerin sözlerini idrak ederek, Kuran-ı anlama ve uygulama tatbikiyle islam nuruna varmasını nasip etsin.

Selametle

Veysel taner uçar