Gerek iletişim içinde olduğumuz sosyal ortamla, gerekse özel hayatımızdaki çevremizle devamlı ve sıkı bir irtibat halindeyiz. Kimine göre uzun, kimine göre de kısa sayılabilen bir hayat yolculuğu içinde sürerken ömrümüz, şartlarımız ve çevremizde bizim imtihan alanımızı belirliyor. Kimi zaman seven, kimi zamanda sevilen rolünü kapıyoruz. Severken karşılık bulamadığımız, küserken kırdığımız, ya da sevilirken bunaldığımız olmuyor mu hiç? Çok zaman kendinize yapılmasını istemediğiniz, hoşlanmadığınız, sıkılıp bunaldığınız ve eleştirdiğiniz şeyleri, sevdiklerinize ya da sevdiğinizi iddia ettiklerinize sizler yapmıyor musunuz?
Madalyonun öbür yüzünü çevirince ters köşe olduğumuz da ehline malum hani! Tanıdığımız, dostluk kurduğumuz, akrabalık, ticaret, iş arkadaşlığı, hemşerilik ya da özel bağlarımızın olduğu insanların, bize yaşattığı kötü sürprizle de karşı karşıya kaldığımız oluyor. Yön vermek şöyle dursun, yönünüzü şaşırtacak bir etki ile ölümcül darbeyi alabiliyorsunuz. Neticede ya olumlu sonuçlar doğuyor ya da olumsuzluklara yelken açabiliyoruz. Her birisi hiç ummadığımız ve hiç beklemediğimiz şekilde sonuçlanabiliyor. Şaşırıp kalıyor, bir rüya âleminde gibi hissediyoruz kendimizi. İnanması güç olsa da zaman içinde gerçekleri kabullenmek bir lüks olmaktan çıkıyor…
Elbette yaşanılarak öğreniliyor çok şey. Yaşanılan olaylardan çıkartılıyor söz konusu dersler de. Zarar görmeden tecrübe edinilmiyor çoğu zaman. Her yaşam kendi yoluculuğu içinde, türlü türlü deneyimlere de gebe oluyor. Ve fikriyatımıza dair bakış açımız şekillenirken, diğer yandan inançlarımız da pekişiyor. Keşke düşe kalka öğrenmeseydik bildiklerimizi. Tecrübenin rehberliğine, sevdiklerimizin ve dost bildiklerimizin güvenine teslim olabilseydik. Acı tecrübeler yaşamadan bedel ödemeden, daha evvel bu bedeli ödemiş ehil insanların ferasetinden yararlanabilseydik. Hem kendi gerçeğinize hem de hakikatin bizzat kendisine sırt dönmüş kör bir inatla; zamanımızı, duygularımızı ve güvenli limanlarınızı heba etmeseydik. Zira hayat boşa harcanacak kadar ucuz bir yolculuk değil. Kaybedilen her şeyin geri getirilmesi ve telafi edilmesi o kadar güç oluyor ki…
Kendi adınıza değil belki; ama hak adına, insan unsuru adına, sevgi, duygu, değer, toplum ve ahlak adına öyle üzülüyorsunuz ki. Sadece susarak cevap vermek yolunu seçiyorsunuz kimisinde. Şayet bir anlam ifade ediyorsa. Eğer sessiz yazılmış mektubunuz muhataplarına ulaşabiliyorsa. Kalpten kalbe bir yol bularak etki oluşturabiliyorsa. Susanın dilinden anlayan varsa. Yoksa sadece kendi üzülmüşlüğünüz ve susmuşluğunuzla baş başa mı kalıyorsunuz? O da ayrı bir mesele ve sadece sahiplerinin yaşadığı ve bildiği bir duygu vesselam.