Yabancı sevdası diye bir şey…
Evet aslında meydana çıkıp bas bas bağırmak gerekiyor.
İşte koskocaman kadim şehir Erzurum burada!
Meydan burada!
Kimin ne çabası ve ne gayreti var ise buyursun gelsin alsın.
Kimin ne çalışması ne katkısı var ise buyursun gelsin alsın.
Kimin ne başarısı ne ürünü var ise lütfen gelsin alsın.
Ama tek bir şartla.
Bu şehirden aldıklarını da yerine geri koymak şartıyla.
Bu şehirden kaçırdıklarını, çaldıklarını, topladıklarını, yokladıklarını, sakladıklarını ve hatta hatta kullandıklarını da yerine geri koymak şartıyla…
Bu şehirden ve bu şehrin insanından iltimas yoluyla, ihtiras yoluyla, intikam yoluyla, iftira yoluyla, inkâr yoluyla ve dahi kanunları da kendisine kalkan edinerek, sözde haklıymış gibi icra yoluyla aldıklarını yerine iade etmek, koymak şartıyla…
Benim kadim halkımın, insanca yaklaşımından kaynaklanan iyi niyetini suiistimal ederek; Dadaşlık vasıflarından olan “çok kolay inanma” özelliğini kullanarak, ondan aldıklarınızı geri bırakarak bu şehirden ayrılınız, desem.
Büyük bir çoğunluğunuz geldiği gibi çırıl çıplak ve elinde tahta bavuluyla gerisin geri memleketine döner.
Biz bütün bunların farkındayız ve,
Ve ne yazıktır ki;
Başımıza ne geldi ise bu yabancı ve yalancı hasretliğinden, merakından geldiğinin hepsinin farkındayız.
Biz ilk önce bizden olanları kötüledik hep…
Bizler ilk önce kendi insanımızı karalamaya çalıştık, kendi insanımızın başarılarını gölgelemeye gayret ettik.
Bütün bunları yaparken de sırtımızdan ve cebimizden elini çekmeyen yabancının ve yalancının poh pohlamaları karşısında kendimizi bir şey zannettik…
Onların bizi hep ileriye atmalarını, daima ön planda tutmalarını kendi başarımızın adımı olarak görerek, maşa olduğumuza kör yaklaştık.
En azından öyle hissettirdiler.
Amaç ve fikir bu yöndeydi.
Başkalarının aklını kullanarak, kendini köleleştirme mantığı.
Yabancı hayranlığımızın sonu budur işte.
İçerisinde yaşamamıza rağmen, kendimize ait olmayan ve herhangi bir kenarında dahi sözümüzün geçmediği bir şehir ve bu şehire birilerinin “lütfen” sadaka niyetine uzattığı her şeye şükreden bir halkımız…
Şehir dışına çıkıp gelenler çok iyi bilirler ki bu şehirde iyi olan tek bir şey vardır o da havadır.
Ve neredeyse asırlardır bizler bu şehirde hep hava almaktan ve hava atmaktan başka hiçbir şey yaptığımız yoktur.
Kendi içimizde on parmağında onlarca marifet dolaşan Düzgün insanımız varken, sırf başka bir şehirden veya devletten gelmiş yabancı birisinin gölgesinde, bu şehrin kurtuluş edebiyatını yapmak hangi vasıflarla adlandırılır bilemedim.
Bu şehirde kendi canımız olan bir sürü ticaret erbabımız, tüccarımız, sanayicimiz; sonradan sırf birileri öyle istedi diye adını iş insanı diye teklediğimiz iş adamımız, iş kadınımız, esnafımız, memurumuz, köylümüz ve dahi sayamadığımız değerimiz varken bu yabancı hayranlığı neden?
Bu yabancı ve yalancı hovardalığı neden?
Daha düne kadar bu şehire elinde tahta bavulla gelip, bugün bu şehirde kazandıklarıyla bu şehrin yarınlarına hüküm verenlerin, yarın vakti saati geldiğinde kıçımıza tekme vurmayacağının garantörü bu yabancı sevdasına tutulmuş kim, hanginiz olacak merak ediyorum?
Hava atmak denilince, desinler ve dedikodu da dâhil olmak üzere bütün bunlar bizim insanımızın vasıfları değil ki!
Olmadı da.
Bütün bu özellikler bilinçli olarak, planlı bir şekilde bu tahta bavullar içerisinde getirildi bize farkında değil misiniz? Biz asırlardır bu topraklarda kapımıza kilit dahi vurmadan yaşamış halk olarak, şimdi neden acaba kapı komşumuzu ve hatta içerde odada yalnız takılan evladımızı tanıyamıyoruz…
Nedendir bu yanı başımızdaki kendimizden olanı beğenmeyişimiz?
Farkına varamıyoruz değil mi?
Bu yabancı sevdası yüzünden o kadar şiştik ki balon misali hep göklerdeyiz.
Ev danasından da öküz oluyor da, biz bunu anlayamayacak kadar havalardayız onu anlatamıyoruz.
Yabancı sevdası diye bir şey aklımızı almış.
Sıkıntı burada.
Hakan Dikmen
Uzman Gazeteci Yazar
Yabancı sevdası diye bir şey…
24 Aralık 2024, Salı - 09:33