cigdemtahmaz @ gmail.com

Merhaba sevgili okurlar... Bir gezi hatıratı için bu satırlarda sizlerle birlikteyim.  Bugüne değin birçok yer, şehir gezip görme imkânım oldu. En çok keyif aldıklarım ise tabii olarak ziyaret edilen beldeler, şehirler ne kadar köklü-kadim bir geçmişe sahip ise o kadar çok zihnimde yer buldu, iz bıraktı. Düşünsenize MS 4. ve 13 yüzyıl aralığında nice yaşanmışlıkların bulunduğu bir mekânda gezinti yaparken neler hissetmez ki insan… Tahayyülün sınırları yoktur insanoğlu için, yeter ki tefekkür etmek isteyelim… Ne mutlu ki işte tam da bunu yaşadığım bir geziye daha katılma şansı buldum… Kültür Sanat Muhabirleri Derneği, bugünlerde  ‘Medya, Kültür Sanat ve Turizm Buluşmaları’ adı altında 2. programını organize ederek ilk molayı Nevşehir’de verdi. Emekçi medya çalışanlarıyla ülke turizmine büyük pay sağlayan turizmin gözdesi Nevşehir’e adeta çıkarma yaptık. Tabi misafir olduğumuz Nevşehir’in şirin beldesi Göreme Belediyesi’ne ve ülkemiz tarihinin tanınması/tanıtılması noktasında katkılarını esirgemeyen Kültür ve Turizm Bakanlığı’mıza teşekkürlerimizi en başta ifade etmek isterim.

Meraklı gözlerle yazının devamını merak ettiğinizi görür gibiyimJ O sebeple bekletmeyelim sizi… Kültür buluşmamız,  Ankara merkezli olunca ben İstanbul’dan iştirak ettim. Böylece Ankara’da yaşayan misafirperver iki güzel dostumla da bir araya gelme fırsatı buldum. Sabah güne çok erken başladım. İncelik gösteren Medya Ankara ekibiyle Nevşehir’e doğru yol alacağımız otobüsün kalkış noktasına ulaştık. 3-4 saatlik yolculuğun ardından konaklayacağımız otele varınca hızlıca yerleşip turizmin yıldızlarından şirin belde Göreme’yi keşfetmeye çıktık. Bu arada havanın güneşli ve esintili oluşu gezintimiz öncesi bizi daha da keyiflendirmişti. İlk durağımız ise Göreme Açık Hava Müzesi oldu.  Ziyaretçilerini 1000 yıllık bir tarihin beklediği ve aynı zamanda Yüce Yaradan’ın mucizesinin örnekleri olan bu yapıların insanı efsunlarcasına kendine çektiğini itiraf etmeliyim... Müzeye giriş yapar yapmaz Aziz Basil Şapeli’ni gördük. Kalabalık bir ekiple ziyareti gerçekleştirdiğimizden bir de pandemi kurallarına riayet etmek için kısım kısım girdik, bir taraftan da rehberimizden şapelin tarihini dinledik. Rehberimizin anlattığına göre; bu şapel 11.yy’dan günümüze ulaşmış, kayalardan oluşan bir yerleşim yeri… Aynı zamanda manastır eğitim sisteminin de başladığı yermiş.  Zamanla oluşarak bugünleri gören bu tarihi mekânda hemen hemen her kaya bloğu kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma alanları içeriyor. Kim bilir kimler kimler burada yaşamını sürdürdü. Bu arada camilerin küçüğünü mescit olarak adlandırırız ya, işte kiliselerin küçüğüne de şapel denilirmiş. Şapelin girişinde ilk dikkat çeken şeffaf camla korunmaya alınmış zemindeki mezarlar oluyor, sonrasında ise duvarlardaki tasvirler…

Kapadokya bölgesinde yer alan Göreme Açık Hava Müzesi’nde birçok kilise var bunlardan biri de Elmalı Kilisesi… Çok büyük olmasa da bu kilise mimarisiyle, tavan ve duvarlarındaki süslemeleriyle tam bir sanat eseri olarak kabul ediliyor. Yine rehberimizin anlattığına göre o dönemde yemekler topluca pişirilip yendiğinden, bir yandan da mutfak ve kiler olarak da kullanıldığından (günümüz tabiriyle çok amaçlı) yemekhane bölümünü de görmüş olduk. Gezimiz esnasında bizim dışımızda başka gruplar da olduğundan bir başka görme imkânı bulduğumuz kilise de Karanlık Kilise idi. Bu kilisenin de Hıristiyanlık için önemli olan ve 4 kitaptan İncil’de de yer alan bazı olayların resmedildiği freskler ile süslendiğini öğreniyoruz. Ülkemizin ve dünyanın en popüler turistik bölgesinde olunur da fotoğraf/video çekilmez mi…  Buğday sarısı görünümlü, eşsiz kaya oluşumları arasındaki gezintimizi toplu fotoğraf çekimi ve magnet alışverişiyle nihayete erdirip, akşam yemeği ve basın toplantısına hazırlanmak için otelimize geçiyoruz.  

Kısa bir mola ve dinlenme sonrası güzel havanın tadına doyamamış olacağız ki yürüyerek yemek yiyeceğimiz restorana doğru gidiyoruz. Yemek için belirlenen restaurant, Göreme kasabasına hâkim sayılır bir noktada olduğundan güneşin batışı ve sokak lambalarının yanmasıyla bölgeye has o taş evler daha bir çekiyor kendine bizi… Öyle ki yorgunluğumuza aldırmayıp sanki farklı bir dünyadaymışız hissiyle sokak aralarına dalıp adım adım terennüm etmek istiyoruz.  Yemek sonrası basın toplantımız için ev sahibimiz olan Göreme Belediyesi’nin toplantı salonuna geçtik. Kültür Sanat Muhabirleri Bşk. İbrahim Gökdemir’in açılış konuşmasının ardından, Göreme Belediye Bşk. Ömer Eren, yerel yönetim olarak çok kısa yaptıkları çalışmaları anlattı. Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürü Cengiz Ekici’nin sunumu sonrasında da Kültür ve Turizm Bakan Yrd. Özgül Özkan Yavuz’da video konferans ile katılım gerçekleştirdi. Dernek başkanı İbrahim beyin plaket takdimlerinin ardından günü yoğun ve dolu dolu geride bırakmaya hazırlanıyor olmanın yorgunluğuyla otelimize döndük.

Ertesi günü kaldığımız otelde Başkent Gazetesi çalışanı oda arkadaşım Sinem ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra gezi grubumuzla lobide toplanıp Ankara Pursaklar Belediyesinin tahsis ettiği otobüsle, Seramik Sanatçısı Nida Olçar’ın atölyesi (merhum Seramik Sanatçısı Sıtkı Olçar’ın kızı) Ceramıc House Sanat Galerisini gezdik. 15 Seramik sanatçısının birbirinden güzel işçilik harikası eserlerini görmek, doğrusu böylesine kıymetli bir el sanatına sahip bu topraklarda olmak bize kendimizi farklı ve şanslı hissettirdi. Galeride bulunan görevlilerden bazı eserlerle ilgili bilgi almayı da ihmal etmedim. Örneğin mavi renkle çalışılmış şeffaf bir kutu içinde sergilenen kocaman balık çalışması ilgimi çekmişti. Sanatçı Sıtkı Olçar bu eserden 100 adet yapmış, üzerindeki süslemelerse 6 ay sürmüş. Ama eserler fırınlandıktan sonra sadece 5 tanesi sağlam çıkmış. Ve 1 tanesinin de Rahmi Koç Müzesi’nde sergilendiği bilgisini alıyorum. Seramik/Çini sanatının en güzel örneklerinin yer aldığı sanat galerisinden ayrılmak ne yalan söyleyeyim benim için biraz zor olduJ  O sebepten olsa gerek en son çıkan kişi olmuştum. Hemen sonrasında ev sahibimiz Göreme Belediye Bşk. Ömer Eren beyin nazik çay davetine icabet etmek için hep birlikte belediye binasına geçtik. Kendisiyle bir süre sohbet edip teşekkür ettikten sonra çıkışta başkanlık önünde toplu fotoğraf çektirerek ayrıldık.

Peki ya şimdi ki durak neresi? diye sorduğunuzu duyar gibiyim… Pers dilinde ‘Güzel Atlar Ülkesi’ anlamına gelen Kapadokya’ya gelip de bir at çiftliğine uğramadan gitmek olmazdı elbette… Biz de öyle yaptık. Havanın çok soğuk olmasına rağmen, kısa da olsa binip bir gezinti yapmadan, atların yelelerine dokunmadan dönmek istemedik. Daha önce işim gereği Ankara’da yaşadığım dönemde az da olsa binicilik dersi almış olmanın verdiği özgüvenle beyaz bir prensesin kalbini çalıp küçük bir gezinti yapmak benim için keyifli ve bir o kadar da heyecan vericiydiJ Atların çok hisli olduğunu öyle ki sahibinin duygularını hissedebildiğini hepimiz biliriz. Peki, İngiliz atlarının aslında bizden gittiğini biliyor muyduk?  Dünya’da özellikle revaçta olan Arap ve İngiliz olmak üzere iki tür at bulunuyor. 1650-1750’li yıllarda yani Osmanlı İmparatorluğu döneminde, "O yıllardaki İngiliz atları ya küçük ya da fazla büyükmüş. Büyükler at arabalarında kullanıldığından, ulaşım ve savaşta kullanılacak dayanıklı atları yokmuş. İngiltere, Türkiye'den aldığı atları ıslah edip, yetiştirir ve bugünkü konumuna getirir. Dünyanın ilgi duyduğu İngiliz atların aslında bu topraklardan gittiği, hatta sadece İngiltere değil Avrupa'nın büyük bölümündeki atların kökeninin Türk atlarına dayandığını öğrenmiş oluyorduk. Böylesine önemli  tarihi bir bilginin ışığı zihnimi aydınlatmıştı.  

 

Birbirinden güzel ve asil atların olduğu çiftlikten ayrılmayı pek istemesek de çömlek sanatının mutfağına girip ustasından bilgiler almak üzere, Avanos çanak çömlek atölyelerinden birine doğru yola çıktık. Zira güzel Anadolu’muzun keşfedilecek daha çok yeri olduğundan soğuk havaya aldırış etmiyorduk. Çömlek ustasının çanak-çömlek yapımıyla ilgili uygulamalı anlatımı bizi güldürmekle kalmamış, merakımızı katmerlemişti. İşin mutfağına girilir de tezgâhın başına oturmayı kim istemez... Çömlek ustasının,  -Kim bir deneme yapmak ister? sorusuna cevap gecikmemişti. İlk parmak kaldıran arkadaşımız şanslıydı her ne kadar zorlansa daJ Çalışma atölyesindeki eğlenceli bilgilendirme sonrası, yapılan eserlerin sergilendiği ürün satış bölümünü gezip hemen her birimiz ya bir süs-dekor eşyası, yoğurtluk, cezve ya da testi alırken bulduk kendimizi… Alışveriş sonrası Kaymaklı Yer Altı Şehri’ni görmek üzere Kaymaklı kasabasına doğru yol aldık. Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Kaymaklı Yer Altı Şehri, 1950’ye kadar yaşamın devam ettiği yürümekte bile zorlandığınız fakat buna rağmen 8 katlı kaya oyuklarının içinde ilginç bir yapı. Hititlerden Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait günümüze izler taşıyan Kaymaklı Yer Altı Şehri, bölgedeki 100’ü aşan diğer yer altı şehrinden daha fazla öne çıkıyor. İşte turizmin gözdesi Kapadokya tarihle, birçok döneme ait kültürün iç içe geçtiği gizemli serüvenlerle dolu her gidişinizde yeni keşifler yapabileceğiniz bir bölge…

Ve artık biraz dinlenme vakti deyip otelimize doğru yol alıyoruz. Kısa bir mola sonrası akşam yemeği için aynı restorana gidiyoruz. Yemek sonrası soğuk havaya rağmen televizyoncu arkadaşlarımız geziye dair demeçlerini veriyor. Çay faslı ve ısınmak için restoranın girişindeki şöminenin etrafına toplanıyoruz elbette ki fotoğraf çekmeyi ihmal etmeden;) Sonrası mı? Yorulmuş olacağız ki otele çekiliyoruz. İlerleyen saatlerde biraz olsun yorgunluğumuzu atmak için oda arkadaşımla lobiye inip kendimize birer çay söylüyoruz. Sohbete gruptaki medya çalışanı birkaç kişi daha katılınca ve muhabbet de koyulaşınca ortak arkadaşlarımız olduğunu öğreniyoruz.

Programın 3. günü bir sürprizle uyandık. Perdeleri araladığımızda gördük ki her yer beyaza bürünmüştü, öyle ki otelin çatısında buz sarkıtları bile vardı. Nisan ayında olunca e tabi biraz şaşırdık. Oda arkadaşım Sinem ile Peribacalarındaki kar manzarası eşliğinde kahvaltımızı yapıp çaylarımızı yudumladıktan sonra yeni bir yolculuk için artık hazırdık. Güzel ülkemin ve dünyanın en gözde şehri aynı zamanda UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan tabiat harikası Göreme ile vedalaşma vakti gelmişti. Farklı güzellikleri görebilmek için Nevşehir’den ayrıldık.

Şimdi ki rotamız ise çok eski dönemlerde Gülşehri olarak anılan Kırşehir… Türkü ocağı olarak kabul edilen ve milli kültürümüzü yansıtan bozlaklarımızın anavatanı olan Kırşehir... Ahilik felsefesinin doğup yayıldığı esnaf dayanışma teşkilatının merkezindeydik artık… Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu’nun davetlisi olarak İlk ziyaretimizi Ahi Evran-ı Veli Türbesi ve Camii’ne yaptık. Rehberimizin anlattıklarına göre, Ahi Evran-ı Veli 1206‘da 35 yaşındayken Anadolu’ya gelerek bu şehre yerleşmiş. Ahilik geleneğine göre ahi kişinin: Eli-Kapısı-Sofrası açık, Gözü-Beli-Dili kapalı olmalıymış.

Kırşehir’de mutlaka görülmesi gereken Neşet Ertaş Gönül Sultanları Kültür Evi’ne girdiğimizde ise Bozkırın Tezenesi olarak anılan merhum Neşet Ertaş’ın silikon heykeli bizleri karşılıyor. Rehberimiz heykelin aynı zamanda android olduğu bilgisini de bizlerle paylaşıyor. Değerli halk ozanımızın (bilinenin aksine) annesine yazdığı ‘Neredesin Sen’ adlı türküsünü dinlerken sanki canlı performansmış gibi hissediyoruz.  ‘Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor. Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen? dizeleri arasında rahmetle anmadan geçemiyoruz. Bağlama ve türkülere olan ilgim çocukluk yıllarımdan geledursun, rahmetli babamın bağlamasını alıp türküler söylediği günler zihnimde hala taze… Ozanlık geleneğinin ustası Neşet Ertaş’ın silikon heykeli ile birer birer fotoğraf çektirdikten sonra aynı zamanda bir müze olan kültür evini gezmeye devam ediyoruz. Restorasyonda olan Cacabey Medresesi’ni görme imkânı bulamasak da bozkırın ortasında yer alan adeta kültür ve sanat merkezi olan Kırşehir’e yaptığımız ziyaret bizleri sevindiriyor. Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu’nun nazik daveti üzerine geldiğimiz bu şehirdeki misafirliğimizi Ağalar Konağı’ndaki öğle yemeği ile noktalayıp kendisine teşekkür ederek ayrılıyoruz.

Ve artık evlerimize doğru yol alırken bir yandan çektiğimiz fotoğraf/videoları sosyal medyada paylaşıyor, diğer taraftan güzel ülkemizin ortasında yer alan iki şehrimize tanıma/ tanıtma amacıyla yaptığımız ziyaretlerin, zihinlerimizde değerlendirmesini yapmaya başlamıştık bile… Tabi doğa harikası bu coğrafyadan ayrılırken yeni maceralar ve güzellikleri keşfedebilmek için yeniden gelmeyi diliyoruz. Özellikle Nevşehir’e 13 km uzaklıktaki Göreme kasabasını ve kaya yerleşim şehri Açık Hava Müzesi birçok imparatorluğa şahitlik etmiş olması hasebiyle yapılan restorasyon ve çevre düzenlemeleriyle de günümüze ulaşarak büyüleyen çekiciliğiyle bizleri bekliyor.

Ne dersiniz başka bir sefere görmediğimiz bilmediğimiz bir kasabayı, şehri, ülkeyi anlatmak paylaşmak için bu satırlarda buluşuruz belki deyip radyomun sesini açıyorum.

Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez

Gönülden gönüle gider yar oy yar yar oy yar

Yol gizli gizli yol gizli gizli…

 

Twitter: @fctahmaz