“Sanatçı, eserini oluştururken eser de onu oluşturur.”

 

SÖYLEŞİ: Ezgi ACAR

 

Merhabalar Ali Onur Bey, edebiyat dergilerinden ve ‘Sen Saklandın Gece Buldu’ isimli kitabınızdan sizleri tanıyoruz ancak sizi sizden dinlemek isteriz. Ali Onur Şahinoğlu kimdir?

Merhaba. Kısa sorular, en zor sorulardır. Bu da onlardan biri. Ne yanıt verirseniz verin, tam olarak bütünü kavrayamazsınız. Örneğin, size fiziksel özelliklerimden açsam, yeterli olmaz. Eğitim hayatımdan devam edip mühendis olduğumu, aynı alanda bir doktora deneyimim olduğunu söylesem, bir yere kadar. İş hayatına getirsem sözü, tasarımcı olarak uzay teknolojileri üzerine çalışıyorum desem, belki iyi kötü bir resim çıkar.

 Daha derin bir yanıt arıyoruz. Birbirimizden beden, aile, eğitim, zevk olarak farklı olmamıza karşın, siz de ben de içimizde ortak bir bütünden parçalar taşıdığımızı seziyoruz. Burada bütünden kastım, varlığı ve yokluğu aynı anda barındıran aşkın bir kaynak. Bu parçanın, bu bütünün doğası nedir? Belki de kimdir sorusuna aradığımız yanıt, işte bu doğa, anlam. Sorularımızla, ısrarla tutmaya çalıştığı baloncuklar patlayınca umudu boşa çıkan çocuklar gibiyiz. Çocuk derken mecaz yapmıyorum. Edip Cansever’in ”Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor,” dizeleri güzelden aldığı gibi hakikatten de pay almamış mı?

 Çocukluk dedik. Hangi filmdi hatırlamıyorum, anlatıcı, çocukluktan başlayarak hayatını anlatıyordu. Bir sahnede itiraf ediyordu, “Bütün hikâyeyi anlattım mı, emin değilim” diye. Evet, anlattıklarım mı, yoksa anlatmadıklarım mı benim? Kim bilir…  Belki, bize sorumluluklarımızı kısa bir süre için unutturan uğraşıları anlatmak gerek. Fotoğrafçıyım. Ara sıra gelip giden bir heyecanla devam ediyorum bu uğraşıma. Bir süre sonra ciddiye binmeyen hiçbir uğraşım olmadı. İlgi gösterdiğim konuyu ayrıntılarına varıncaya dek öğrenmek isterim. Mümkün değil tabi. Bu durum, bana, sürecin sonuçlardan daha öğretici olduğunu gösterdi. Fotoğrafçılıkta da, sporda da bu böyle oldu. (Hatta söyleşinin bu sorusunda da)

 Bulabildik mi kimdir sorunun yanıtını? Arıyoruz; “Tarkovsky’nin belirsizliğin içinde belirliliği arayan özneleri” gibi arıyoruz. Şimdinin üzerinde yükseldik, gözlerimizi kısıp geçmişe baktık. Hep böyle yaparız. Goethe, “Hatıralara şiir karışır,” demiş. Belki yanılıyor; yalnızca şiir karışanları hatırlamak istiyor, işte beni ben yapan anılarım bunlar diyoruz. Peki, hayatın sıradan bir ayrıntısı; unuttuğumuz bir hava, büyüklerimizin önemsiz bir sözü, zamanı geldiğinde ok gibi saplanmıyor mu göğsümüze?

 Zaman dedik; ya gelecek belirliyorsa kim olduğumuzu? Olduğumuz kişi değil de olmamız gereken ya da olacağımız kişiysek gerçekte. Benim, sizin, herkesin içinde insanlığın bütün halleri varsa, hayatın hangi ilk ve son noktası arasındaki kesit, tanımlayabilir kişiliğimizi?

 Dikkat edin, ararken kayboluyoruz; kaybolurken buluyoruz. İlginç... Değişime varıyoruz. Hakikatin bir parçası.

 

Edebiyata ilginiz nasıl başladı? ‘Sanat, sanat için midir yoksa toplum için midir?’ tartışmasından yola çıkarak sizin edebiyata ilginizin amacını neye bağlayabiliriz?

 Bu soruyu iki bölüme ayırabiliriz. İlk bölümde ne zaman yerine nasıl soru sözcüğünü kullanmanız, veri kümesini daraltarak işimizi kolaylaştırıyor. Herkes yaşamının bir yerinde, özellikle ülkemizde, edebiyata ilgi duymuştur. Çocukken yazılan şiirler bile buna işaret eder. Hatta Melih Cevdet Anday’ın, “Herkes çocukken şairdir, sonra şiir yazmayı bırakır. Ben bırakmadım,” gibi bir sözü vardı. Ne zaman kullansaydınız yanıtlamak basit olurdu.

 Nasıl kullanmanız beni daha detaylı bir yanıt bulma konusunda isteklendiriyor. Aynı soru cümlesinde başladı sözcüğünü de kullandınız. Başlangıcı olanın bir bitişi olması gerek. Ama çevresinde dolandığımız bu ilgiyi ben hep bir iplik olarak düşünüyorum. Doğuyoruz, dilimizi kurarken dünyamızı da kuruyoruz. İşte ilgi ilk kez burada küçük bir iplik olarak ortaya çıkıyor. Okuryazarlık oluşunca; hayatın iniş çıkışlarına, okuduğumuz kitaplara, yazdığımız metinlere, inancımıza, nefretimize, dostlarımıza, düşmanlarımıza, kısacası hayatımızın içeriğine göre gitgide kalınlaşıyor bu iplik. Bazılarında bu ilgi incecik kalırken bazılarında alıp başını gidiyor.

 Sorunuzun ikinci bölümünü düşünelim. Sanat sanat için midir, yoksa sanat toplum için midir tartışmasının, hiçbir sanatçının sanata yönlenmesinde etkili olduğunu düşünmüyorum. Sanata yönelim daha ilkel bir yönelimdir. Sanatçı eğer gerek görürse benzer tartışmalarda düşüncesini söyler. Benim için de bu durum geçerli.

 Bu yanıt yeterli, yeterli ya, yeri gelmişken düşüncemi söyleyebilirim: Sanat eserine hem biçim hem içerik olarak özen gösterilirse, emin olun, o eser hem sanat hem toplum için olur.

 

Sizi yazmaya teşvik eden duygu nedir?

Güzeli ve hakikati ararken ulaştığım düşünceleri, hem kurmaca hem kurmaca dışı metinler yoluyla yazıya geçirmek isteği.

 

Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz? Bizlere yazım sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Kitap yazma sürecini, kesin bir kararla başlayan bir süreç değil de doğal yollarla gelişen bir sürecin son aşaması olarak görüyorum. Ben de bu doğal gelişimin içinde ürettiğim metinleri önüme koydum. Dürüstçe şunu sordum kendime: Hangileri taze, hangilerini yayımlamak ve yayımlamamak arasında fark yok? (Bu soru için de erken olduğunu sonra anlayacaktım) Kendimize yaptığımız bu sorgulamayı önemli buluyorum. Eksikliğinizi bilmezseniz onu tamir de edemezsiniz. Belki “Cehalet mutluluktur,” sözü, düzelmeye cehalet seviyesinden başlanır, bu yüzden de mutluluğun başlangıcıdır, demektir, kim bilir.

Neyse, yanıtıma göre fark olmayanları bir kenara koydum. Fark oluşturabilecek olanlarla yola devam ettim. Bundan sonra olanlardan bahsetmeyi çok sever yazarlar. Benimki de dâhil, hikâyelerin hepsi birbirine benzer. Sözü çoğaltmaya gerek yok bu yüzden. Yalnız şunu ekleyebilirim: Sanatçı, eserini oluştururken eser de onu oluşturur.

‘Sen Saklandın Gece Buldu’ kitabında hayatınıza ait yansımalar var mı? Öyküler ve karakter için tamamen kurmaca diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Kurmaca diye sınıflandırıyoruz. Metnin çoğunluğu, hayata değgin yansımalardan oluşursa tür değişir. Bence, sanatçı -özellikle yazar- kurmaca türündeki eseri üzerinde çalışırken hayatını işin içine katmamalı.

 

Yazmak eyleminin çok okumanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Siz bu anlamda ne düşünüyorsunuz? Sizi en çok etkileyen kitap nedir?

Okumak ve yazmak birbiri ardına sıralanan süreçler değil, daha çok eşzamanlı süreçler. Yazar, hiçbir kitap okumasa bile kendi kitabını okumak zorunda. (Bilinçli bir okuma eyleminden bahsediyorum)

Beni en çok etkileyen kitaplar çocukken okuduklarım olabilir. Zaman geçtikçe, bilgi birikimim artıp estetik kaygılarım inceldikçe, okuduğum kitaplardan, seyrettiğim filmlerden, katıldığım sanatsal faaliyetlerden daha az etkileniyorum. Siz bilinçli yapmasanız bile içinizdeki başka bir özne, karşısındaki nesneyi estetik olarak değerlendirmeye başlıyor.

 

Gelecekte okuyucularınızın karşısına yeni bir kitapla çıkma düşünceniz var mı?

      Ne diyor Muâllim Naci: “Ümmîd iledir cihanda her hâl.” Yanılmıyorsam, kafasında yazıya dökülmemiş bir kitapla ölmeyen yazar yoktur. Nasipten öte köy yok. Eğer vaktim olursa, şu anda üzerinde çalıştığım kurmaca ve kurmaca dışı metinleri tamamlayacağım.

 

Bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

 Bilgeye bir konuyla ilgili soru sorulur. O da susar. “Neden sustun?” diye sorulunca, “Erdemin suskuda mı yanıtta mı olduğunu anlayıncaya kadar susmayı tercih ettim,” der. Umarım, sessizliğin görkemini yavan sözlerle bozmamışımdır; söyleşi benim, sizin ve okuyanlar için yararlı olmuştur. Nitelikli sorularınız için ben teşekkür ederim.

 

“Karanlıkta birer birer yiten uzuvların, yan yana dizilmiş boş otobüs duraklarının ölgün ışığıyla biçimlendiler. Aydınlığın izini sürdüğünde bütün duraklara yayılmış ortak reklamı gördün. Birinde yaşlı bir adam, ötekinde bir kadın; daha başkaları. Yüzlerinde aynı çılgın, sabırsız ifade. Elleriyle zorluyorlardı içine konuldukları panonun çerçevelerini. Çıkmak isti­yorlardı besbelli. Alt tarafta iri puntolarla aynı yazı: Büyük indirim yaklaşıyor!”

Yazar, biçim arayışlarını somutlaştırdığı öyküleriyle, okuyucuyu estetik bir deneyime davet ediyor. Farklı anlatım tekniklerinin kullanıldığı özgün ve yalın dil, kurguyla bütünleşirken her öykü, büyülü bir evrene açılan kapıya dönüşüyor.

Kavradı kapı kolunu, aşağı indirdi. Kapı, mekanik bir gümbürtüyle açıldı. Yıldızları gördü; teker teker sayılabilecek denli belirgin yıldızları. Nereye bakıyordu? Eğildi iyice. Nasıl gerçekçi bir tanıtım bu, diye düşündü. Yoklamak için attığı adım boşa çıktı. Yatay düzlemde girdiği kapıdan, boşluğa bırakılan bir nesne gibi aşağı düştü. Düşüşün ne zaman biteceğini kestirmeye çalıştığı anda, karanlık aydınlığa dönüştü, sırtı sert zeminle buluştu.

Düşsel bir atmosferin içine giren okuyucu, çatallanan yolları takip ederek bazen bir fuar alanına, bazen bir marketin rafları arasına, bazen de bir lunaparka ulaşıyor. Beklenmedik durumların etkisiyle gerçeklik yavaş yavaş aşılırken başlangıçlar ve sonlar belirsizleşiyor.

Gecenin içindeki insanı ve insanın içindeki geceyi anlatan masalsı öyküler…

(Tanıtım bülteni)