Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiğibasın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

Aksakal açıklamasında;

“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,

Sizleri en içten duygularımla selâmlıyorum, hoş geldiniz.

Öyle verimli bir ülkede yaşıyoruz ki, neredeyse her gün bir toplumsal sarsıntı gündemimizi dolduruyor.

Depremler, sel felaketleri, kadın cinayetleri, şehit haberleri, hukuk garabetleri, kısacası aklınıza gelebilecek her konuda değişik haber ve gelişmelerle yoğrulup gidiyoruz.

Basın toplantımıza başlarken, dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası konusunda birkaç söz söylemek isterim.

Biz bu filmi 23 yıl önce izlemiştik.

Türkiye’de ve bizim gibi ülkelerde siyaset kurumunu yargı eliyle dizayn etmeye alışmış küresel bağlantılı sistemlerin varlığını ilk kez bugün yaşıyor değiliz.

Dolayısıyla bugün karşı karşıya kaldığımız manzaranın temel amacının hukuk eliyle siyasi iradeyi tahakküm altına almak olduğu apaçık ortadadır.

Sayın Ekrem İmamoğlu’na geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum, henüz yargılama süreci tamamlanmamıştır, inanıyorum ki bu yanlış ve talihsiz karar İstinaf’tan dönecektir. Yargı kendi saygınlığına sahip çıkacaktır.

Ne demişti atalarımız? Yanlış hesap Bağdat’tan döner!

Amerika’nın organizasyonunda planlanan bir sistematikle aynı türden bir senaryo yeniden hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Bunun dışında ise Ukrayna – Rusya savaşı, altılı masanın standart toplantıları ve iki toplantı arasında yaşanan artçı gelişmelerini değerlendirmekse bir alışkanlık halini aldı.

Geçtiğimiz günlerde öyle bir olay gündeme getirildi ki, bunun izahını yapmaya çalışmanın bile aynı derecede ahlâksızlık tanımına gireceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

 Neydi bu ahlâksızlık? İsmailağa Cemaati olarak bilinen bir dinci yapılanmaya yakın olduğu söylenen yine dinci bir Vakfın kurucusu / yöneticisi olan kişi, 6 yaşındaki öz kızını kendi müridi olan bir sapkın zihniyetli kişi ile evlendiriyor ve bu hadiseyi kız reşit oluncaya kadar da baskı ile gizli tutuyor.

Taa ki kız evden kaçıp şikâyet edinceye kadar.

Bunlara bırakın din adamı demeyi, “insan” demek bile aynı kategoride olmak demektir.

Taciz mağduru kız geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığına müracaat ediyor, dosya ancak 30 Ekim’de tamamlanabiliyor ve mevzu Aralık ayında kamuoyu gündemine düşüyor.

Esasen olay gerçekleşeli 18 sene olmuş, Savcılığa intikal edeli 6 ay olmuş, bir insan evladı bunu tespit etmiş ve milletin de devletin de gözüne sokmuş.

Bu vesileyle olayın ortaya çıkarılmasında katkısı olan herkese buradan şükranlarımı sunuyorum.

Tabii ardından, başta yetkililer olmak üzere bir dolu timsah gözyaşları, kınamalar, lânetlemeler, hesabını soracağız demeler, vs. vs.

Hatta, çocuğun iki kız kardeşini ve ağabeyini de baskı altına alarak olayı saptırma gayretlerine de tanık oluyoruz. Bu vesileyle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanına da uyarıda bulunuyorum, mağdur çocuğun kardeşlerinin de gözetim ve koruma altına alınması büyük önem arz ediyor.

Değerli arkadaşlar bakın; devlet mekanizması içerisinde Anayasal güvence altında bir de din işlerini düzenleyen bir kurum var ki, bu olay üzerine yaptığı açıklamaları en az olayı gerçekleştirenler kadar kişiliksiz!

Ne diyor o anlı – şanlı Diyanet İşleri Başkanı; "İslam'a göre, bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz.".

Nasıl? süper bir açıklama değil mi? Ne kadar derinlikli, ne kadar içimizi rahatlatıcı, ne kadar ikna edici!

Sizi de Allah bildiği gibi yapsın!

“..hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden..” diyeceğine tıp biliminin ve yasalarımızın 18 yaş kriteri koymuş olduğu konu ile bağlantılandırarak 6 yaşındaki bir çocuğu evlendirmek cinayettir demeye cesaretiniz yok mu?!

Yazıklar olsun size. Sözüm ona günde beş vakit yüce Allah’ın huzuruna çıkıyorsunuz. Sizde bir gram utanma duygusu, bir gram vicdan kırıntısı olsa o yüce Yaradan’ın huzuruna çıkmamanız lâzım.

Tabii bunun gibi olmasa da buna benzer birçok örneği yaşadı bu toplum. Öyle ki, sapkınlıklarını mübah göstermek için yüce Peygamberimize bile iftira ederek kendilerini haklı kılmaya ve aklamaya çalıştılar.

Bir de şu hususu dikkatinize çekmek isterim; şarkı söylediği sahnede İmam Hatiplilerle ilgili bir lâf etti diye apar topar kodese gönderdiğiniz insanlar varken bu pisliği yapanlar hakkında 27’şer yıl ağır hapis istemiyle iddianame hazırlandı

ise bu sapıklar neden tutuklanmaz ve daha da beteri ilk duruşması taa 2023 yılının Mayıs ayına verilir?

Rahat rahat kaçsınlar diye mi? Yoksa o zamana kadar hak var rahmet var, harp olur, darp olur, af çıkar falan diye mi düşünmüş saygıdeğer (!) Mahkeme Hakimi?

Ama bugün itibariyle topumsal baskının şiddeti karşısında yapacak bir şeyi kalmayan Mahkeme, duruşma gününü apar-topar 30 Ocak 2023 tarihine çekti. Ama yetmez! Bu cinayeti işleyenler mutlak surette tecrit edilmeli ve tutuklu yargılanmalıdır.

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar

Ortaya koyduğumuz kaygılar yabana atılacak cinsten değildir.

Bakınız; 1979’dan bu yana komşumuz İran’da din kurallarına bağlı bir rejim hüküm sürüyor. Ne kadar dindardırlar, ne kadar değildirler hususu ayrı bir tartışmanın konusudur ama çok uzun zamandır kendilerince rutin yürüyen bir sistemleri vardı.

Sonra birden ne olduysa bir kadının başı açık diye değil, başını uygun şekilde örtmemesi üzerine gözaltına alındıktan sonra yaşamını yitirmesi gerekçe edilerek bütün ülke savaş alanına döndürüldü. Yaklaşık 500 kişi olaylar sırasında öldürüldü, binlerce İranlı gösterici tutuklandı.

Belki buna İranlılar bile bir anlama verememişlerdir.

İran İslam Cumhuriyeti yeniden “İran İdam Cumhuriyeti” oldu. İnsanları sokak ortasında yağlı urganda sallandırıyorlar.

Önceki gün ikinci idam yaşandı, bundan sonrasını kestirmek güç. En az 25 kişinin daha listede olduğu ifade ediliyor.

Başka bir sapkınlığın örneğidir bu. Başka bir cinayetin örneğidir.

Oysa lâik, demokratik Cumhuriyet niteliklerine haiz Türkiye iktidarıyla, muhalefetiyle kadınların giyim kuşamlarını özgürleştirme adı altında kapanmalarını zorlayabilecek yolların taşlarını döşüyor.

İnsanlar enflasyonun, hayat pahalılığının altında ezilirken, el birliğiyle bu badireden çıkış yollarını aramamız gerekirken bizim Meclisimiz de maalesef işte bunlarla uğraşıyor.

Gerçi Meclisin niteliği konusunda çok da beklenti içinde olmanın anlamsızlığını biliyoruz, 600 vekilden en az üçte biri hakkında binlerce dokunulmazlığın kaldırılması ile ilgili dosyalar var. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,

Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor. Dünkü toplantıdan da bir sonuç çıkmadı, zaten çıkacağı hususunda da bir beklenti yoktu. Dolayısıyla çalışanların gözü kulağı komisyondan çıkacak kararda.

Evet büyük bir ekonomik sıkıntının yaşandığı günümüz dünyasında ve özellikle ülkemizde istenilen her şeyi yapmak neredeyse imkânsız hale getirildi.

Değişik vesilelerle vurgu yaptığımız gibi yeteneksiz Ekonomi yönetimi ile üretim stratejilerini kurgulayamayan Tarım ve Hayvancılık yöneticileri olduğu müddetçe bu sıkıntılar devam edecektir. Kimse aksini beklemesin.

Ama ortada bir de yaşanmakta olan fukaralık var, çaresizlik var, belirsizlik var.

Gönül ister ki emeğinin alın teriyle evine ekmek götürenlerin aldığı en az ücret 25 bin liranın üzerinde olsun. Yani yoksulluk sınırının üzerinde olsun.

Ama sosyalist işçi sendikalarının bile 13 bin liraya razı olduğu bir ekonomik yapıdan sınırsız huzur, sonsuz mutluluk ve kaygısız bir gelecek kurgulamak sadece hayalden ibarettir.

Tabii sosyalist olmayan işçi sendikasının 7.785 lirayı pazarlığın ilk basamağı saydığı masadan ne bekleneceğini de kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.

2023 yılı daha bugünden zorlu geçecek gibi görünüyor.

Hem seçimlerin yapılacağı bir yıl olması, hem de küresel ekonomik sistemin genel bir resesyona evrilme eğilimi, ister istemez akıllara 1929 ekonomik krizi dönemini getiriyor ki bunun neticesinin bir dünya savaşını tetiklediği herkesçe malûm.

Bugün de aynı tehlike ile karşı karşıyayız. Ukrayna / Rusya savaşının belirsiz bir süre daha devam edeceği, Amerika’nın özellikle Ege’de bir oldubitti yaratma stratejileri, güney sınırlarımızda terör örgütlerine olan desteğini kesmek bir yana daha da sahiplenir durumda olması bu ihtimalleri güçlendiren faktörler olarak karşımızda duruyor.

Devletimizin bütün bunlara dair geliştirdiği politikalar ve güvenli bir sınır bölgesi yaratmaya yönelik kara harekâtı planları 2023 yılına ilişkin yaşanacak belirsizliklerin de zeminini oluşturuyor.

Bütün bunların yanında Haziran ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinin dayattığı koşullarda hem Asgari Ücretin belirlenmesi, hem de EYT mağdurlarının sorunlarına çözüm bulma mecburiyeti sorunu daha da zorlaştırmaya yetiyor.

Türkiye olarak üzerimizdeki hakimiyet gücünü istediği gibi kullanan küresel egemen sistem gün gün senaryosunu hayata geçirmeye devam ediyor.

Dikkat ederseniz, Sayın Cumhurbaşkanının Suriye toprakları üzerinde konuşlanmış terör örgütlerine yönelik kara harekâtı açıklamasından bu yana ülkemizdeki Suriyeliler mevzuu neredeyse gündemden düşürüldü.

Şimdi başörtü yasa teklifine karşı Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirilen Anayasa değişikliği teklifinin Meclise getirilmiş olması konusu konuşulacak ve olası bir referandum durumunda seçimlerin erken bir tarihte yapılacağını gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Söz konusu Anayasa değişikliği kanunu 360 ve üzerinde bir oyla kabul edilse de, 400 sayısını geçse de bir referandum yaşanacağı aşikâr. Zira Sayın Cumhurbaşkanı bu husustaki görüşünü açıklarken mutlak surette halka soracaklarını da beyan etmişti. Anayasal olarak buna hakkı var.

Bunun asıl gerekçesi de gündemde olan 3.ncü kez adaylık konusundaki tartışmalara da bir son vermek olacaktır.

İktidar kanadının 360 milletvekili oyuna ulaşması konusunda herhangi bir sıkıntı görünmüyor. Zira İYİ Parti sözcüsü parti yetkililerinin çoğunluk eğiliminin olumlu yönde olduğunu açıkladı.

Bu zaten tek başına yeterlidir, eksik olan sayı 24 olduğuna göre bundan sonra bekleyeceğimiz husus Anayasa değişiklik kanun tasarısının hangi tarihte Meclis Genel Kurulunda görüşüleceğidir.

Tasarının kanunlaştığı tarihten itibaren en geç 75.nci gün hem referandumun hem de Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri için sandığın kurulacağı gündür.

Zaman hızla daralmaktadır. Biraz önce izah etmeye çalıştığım ekonomideki ve küresel stratejilerin ülkemiz üzerindeki olası etkileri kapsamında Türk milleti inanıyorum ki önce vatan, önce devlet tercihini değerlendirecektir.

Altılı masa yapılanmasının onüçüncü Cumhurbaşkanını seçtirme iddiasını ortaya koyarken henüz daha hükümet programı üzerinde bile bir anlaşma sağlanamamış olduğunun belirtilmesi de ayrıca dikkat çekicidir.

Ve bu durum bizlere 2015 seçimlerinde uygulanan istikşafi görüşmeler sürecini hatırlatıyor ve kaygılandırıyor.

Değerli basın mensupları,

DSP yerli ve milli politikaların merkezidir. Programımızın hiçbir satırında ecnebi görüşü ve önerisi yoktur. Dolayısıyla bir taraftan Atatürkçü diğer taraftan da emperyalist ekonomi politikaların teorisyenlerinden akıl alma girişimi akıl almaz bir çelişkidir.

Onun için sosyal demokrasi adı verilen siyasi yapılanmanın solculuk kıyafeti giydirilmiş kapitalizm olduğunun en bariz örneğiyle karşı karşıyayız.

İşte bunun günümüzdeki versiyonu da “sosyal demokrat” CHP’nin bir Amerikalı ekonomisti, yani JeremyRifkin’i danışman pozisyonuna getirmesidir. Yabancı ülkelerin ekonomistleriyle Türkiye’yi yönetme iddiasıdır.

Esasen bu gelişme bize gösteriyor ki Amerika Türkiye seçimlerindeki asıl Cumhurbaşkanı adayını, bir başka deyişle müstemleke Valisini, ilân etmiş oldu.

2002 de DSP’yi bölmek için Kemal Derviş’i görevlendirenler bugün de Türkiye’yi bölmek için Rifkin’iişin başına getirmektedir.

Dün yaşanan hukuk garabeti içeren kararlar sonrasında yaşanacak gelişmeleri de yakından izlemek kaydıyla şu husus da eklemek gerekirse, biz Amerika’nın

gönderdiği Türk asıllıdan en büyük darbeyi yemişiz, bir de bunun Yahudi’sini, Ermeni’sini düşünmek bile istemiyorum.

Ayrıca şunu da çok net bir dille ifade etmek isterim ki; hiç kimse bu düşüncemizi “ırkçılıkla” yaftalamaya kalkışmasın!” sözlerine yer verdi.