Açıklamanın tamamı şu şekilde:


Bazı çevreler tarafından “Sığınmacıları ülkelerine yollayacağız” iddiasıyla başlatılan kampanya, yoksulluk ve hayat pahalılığı nedeniyle halkın geniş bir kesiminin öfkesini üzerine çeken AKP iktidarının imdadına yetişmiştir. İçişleri Bakanı ile milliyetçi bir partinin lideri arasındaki seviyesiz tartışmanın çıkardığı gürültü bu gerçeği değiştirmez.

İktidarın ve sözüm ona hükümete muhalefet eden partilerin, Türkiye’deki birçok sorunun göçmenlerden kaynaklandığını ileri sürmesi, yaşanmakta olan ekonomik sorunların gerçek nedenlerinin gözden uzak tutulmasına yaramaktadır.

Dünyanın her yerinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık emekçi halkı bölmek, birbirine düşürmek için patronların sistematik bir biçimde desteklediği politikalardır. Böylece son derece düşük ücretlerle sömürdükleri göçmen işçileri baskı altına alıp aynı zamanda onlarla diğer emekçiler arasında düşmanlık yaratarak işçi sınıfı içindeki birlik ve dayanışma ruhunu zayıflatıyorlar.

Bugün eğer ülkemizde eğitim ve sağlık hizmeti paralı hale geldiyse bunun sebebi mülteciler değil piyasacılıktır. Faturalarımız üç dört katına çıktıysa bunun sebebi mülteciler değil özelleştirilen enerji sektörüdür, bu sektörden zenginleşen Koçlar, Sabancılar, Cengiz Holdinglerdir. Ev kiraları fırladıysa bunun sebebi mülteciler değil, barınmayı piyasalaştıran bu düzendir. Ekmek bulamıyorsak, beslenemiyorsak bunun sebebi mülteciler değil AB ile el ele verip tarımı çökerten siyasetçilerdir. Ülkenin kaynaklarından faydalanamıyorsak bunun sebebi mülteciler değil halkı yerine patronları beslemeyi tercih eden düzen siyasetidir.

Bugün Türkiye’de sessiz bir göçmen istilası değil, vahşi bir sermaye istilası söz konusudur. Ülkemizdeki NATO ve ABD üsleri, nükleer silahlar; sınırlar ve egemenlik hakları hiçe sayılarak Ortadoğu’ya yapılan saldırılar ve yok edilen hayatlar bu istilanın yansımalarıdır. Batılı emperyalistler ve kafa kesen cihatçılarla girişilen bu yağmacı istila sona ermeden göç sorunu sona ermeyecektir.

Sömürü düzeni bir yandan gençlerimize yurtdışına kaçma hayalleri pazarlarken, bir yandan da savaştan kaçarak ülkemize sığınan göçmenlere karşı nefreti körüklemektedir. Daha iyi bir hayat kurmak için yurtdışına kaçmak “doğal”, ama hayatta kalmak için ülkesindeki savaştan kaçmak “korkaklık” olarak nitelendirilmektedir.

Yaşanan sorunlara gerçek ve insanca bir çözüm bulamayan, bulmak istemeyen düzen siyasetçileri çareyi göçmenlere yüklenmekte bulmaktalar. Avrupa’daki aşırı sağ, neo-faşist partilerden ilham alanlar her gün göçmenleri hedef göstermekte. Bazı medya organları bir süredir yayınladıkları video içeriklerle göçmenlere dönük nefreti daha da körüklüyor, gericiliğin ve kadına yönelik şiddetin sorumlusunu göçmenler olarak gösteriyor. 400 bin dolara konut alan yabancılara vatandaşlık verilmesi, belki de barınacak bir konutu bile olmayanların çektiği videoların gölgesinde kalıyor.

Göçmenler arasında kendisini hissettiren gerici ideolojiler bir kültürel çeşitlilik konusu olarak görülemez; ancak aynı zamanda genelleştirilemez de. Öne çıkarılan bazı örnekler üzerinden yurdundan edilmiş mülteciler topyekun gerici olarak yaftalanamaz. Göçmenler arasında nasıl ki farklı sınıfsal kökenlerden insanlar varsa, farklı siyasal ve ideolojik aidiyetlere sahip olanlar da vardır. Aydınlanma mücadelesi göçmen işçi kardeşlerimiz de dahil olmak üzere tüm işçi sınıfı için yaşamsal ve elzemdir.

Bugün göçmenler iktidar ve muhalefet arasındaki oy yarışında bir aksesuar olarak kullanılıyor. Suriye’deki savaş suçlarının sorumlularından olan AKP, daha dün “geri göndermeyeceğiz” derken bugün bu söylemin kendisine oy getirmeyeceğini fark edince “Bir milyon Suriyeliyi geri yollayacağız” diyor. Yıllardır patronlarla birlikte Suriye’nin kuzeyini yağmaladıkları yetmezmiş gibi, şimdi de binlerce insanı elleriyle besledikleri cihatçıların kucağına atacaklar. On yıldır burada kendilerine bir yaşam kurmuş binlerce insan, AKP’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki yayılmacılık hırsına feda edilecek; bölgenin demografik yapısını değiştirmekte kullanılacak.

Erdoğan’a soruyoruz: Başka ülkelerin sınırlarını ve egemenliğini hiçe sayarak girdiğiniz kuzey Suriye topraklarında ihaleleri kimlere verdiniz, Suriye topraklarının yağmasıyla kaç patronun kasasını doldurdunuz? Suriye topraklarındaki kentleri ve kampları kime sorarak kurdunuz?

Tam bu noktada AKP’nin şaibeli bakanı Soylu da patronlara parmak sallıyor: “Giderlerse ilk siz itiraz edersiniz.” Elbette itiraz ederler; geçmişte bir AKP’linin de ifade ettiği gibi bugün Türkiye’de sanayi göçmen emeği sayesinde ayakta duruyor. Soylu’ya soruyoruz: Atölyelerde, fabrikalarda, merdiven altı işletmelerde kaç göçmen sigortasız çalıştırılıyor, kaç göçmen asgari ücret alabiliyor?

AKP’nin sınır ötesi operasyonlarına bugüne kadar milli birlik ve beraberlik ezberiyle sahip çıkmış olan muhalefetse “Biz göndereceğiz” diyor. AKP’nin Suriye’de ne işi olduğunu sormadan mecliste tezkerelere evet diyen İYİP, DEVA ve Saadet, konu göçmenler olunca şahin kesiliyor. Yıllardır tezkerelere “evet” dediği halde, Kürtlere şirin görünmek için geçen yıl “hayır” oyu veren CHP, sosyal medya hesabından operasyonlara destek açıklaması yapıyor. Millet İttifakı’na soruyoruz: AKP’nin işlediği savaş suçlarının hesabını sormak yerine yoksul göçmen emekçilere yüklenirken yüzünüz kızarmıyor mu?

Bu soruların hiçbirinin cevabını veremeyeceklerini biliyoruz. Bu soruların cevabını bu ülkede ancak komünistler verebilirler.

Savaşın başından beri başta Gaziantep olmak üzere Suriye sınırına yakın bölgedeki sanayi patronları Suriye’nin yağmalanmasından pay aldı. ÖSO’yu ayağındaki botlardan üstlerindeki zırhlara kadar donatanlar Türkiyeli patronlardı. Savunma Sanayii devleri, kendilerine verilen mermi siparişlerine ellerini ovuşturuyordu. Sahra hastaneleri ve konutların ihalesi Kolin’e; prefabrik kamplarınki ise Dorçe Prefabrik’e kaldı. Ama sanmayın ki Suriye yağmasından sadece 5’li çete nemalandı. Koç’un Batman’daki rafinerisi, Deyrizor’dan götürülen IŞİD petrolüyle doldu.

Bugün Avrupa Birliği ile imzalanan anlaşmalarla ülkemiz bir mülteci hapishanesine çevrilmiştir. Suriyeli göçmenlere kapılarını kapatan Avrupa, Ukraynalılara “Onlar da bizim gibi beyaz” diyerek kapılarını açmış; ikiyüzlülüğünü ve ırkçılığını göstermiştir. Emperyalizm hüküm sürdüğü müddetçe göçmen sorunu çözülemez.

Mülteciler konusu ırkçılığa prim vermeyeceğiz diye liberal bir yaklaşımla da çözülemez. Konu, “hepimiz kardeşiz, onlar da insan” basitliğinde ele alınamaz.

Mülteciler için ciddi bir koruma oluştursa bile, uluslararası hukuka dayanarak göçmen sorununa çözüm getirmeye çalışmak da yanlıştır. Sömürünün belirleyici olduğu, sermaye sınıfının egemenliğindeki uluslararası sistemin uluslararası hukuku da kendi çıkarlarına uyumlu bir biçimde şekillendirip yorumladığı gerçeğini unutamayız.

Göçmen sorununu Türkiye’deki toplumsal düzene dışsal bir sorun olarak tarif etmeye çalışmak nafiledir. “Göçmenlerden nasıl kurtuluruz”a odaklanmış her tür tartışma Türkiye’deki sömürüyü, AKP iktidarını ve genel olarak Türkiye gericiliğini aklamaktan başka bir işe yaramaz.

Bütün bu yazılanlar ışığında Türkiye Komünist Partisi göçmen sorununu sömürüye ve emperyalizme karşı mücadele zemininde ele almakta ve çalışmalarını şu ilkelerle sürdürmektedir:

1. Göçmenlerden duyulan her rahatsızlık ırkçılık değildir. Ancak ırkçılığın her yerde gerçek sorunlardan yararlanarak kendisine alan açtığı ve hızla yaygınlaştığı unutulmamalıdır. Irkçılığa hiçbir taviz vermeyecek, anlayış göstermeyeceğiz.

2. Irkçılığın panzehiri kozmopolitizm değil sınıfsal bakış açısıdır. Suriyeli zengin patronla günde 14 saat üç kuruşa çalıştırılan Suriyeli ya da Afgan işçiye aynı duygularla yaklaşmak bizim görevimiz değildir.

3. Türkiye’yi bir göçmen deposuna dönüştüren “Geri Kabul Anlaşması”nın yeri çöplüktür. Bütün unsurları ve tarafları açısından ahlaksız olan bu anlaşma, Avrupa Birliği’nin başka birçok örnekte gördüğümüz emperyalist yaklaşımının ürünüdür.

4. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının parayla, mülkle satılması, zenginlerin istedikleri gibi vatandaşlık alabilmesi uygulaması patronseverliğin ulaştığı ahlaki çürümenin boyutlarını göstermektedir. Bu uygulama geriye dönük ve bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılacaktır. Bu ülkenin yeni asalaklara gereksinimi yoktur.

5. Türkiye Suriye’den derhal çıkmalıdır. Göçmen sorununa çözüm olarak gösterilen “yeniden yapılandırılan güvenli bölgeler” Türkiye’ye ait değildir. Milyonlarca kişinin bu bölgelere zorla ya da ikna edilerek gönderilmesi Suriye’deki mevcut sorunları daha da derinleştirecektir.

6. Göçmenler örgütlenmelidir. Göçmenler kendilerini yurtlarından eden emperyalizme karşı, kendilerini acımasızca sömüren patronlara karşı örgütlenmelidir. Göçmenler Türkiye’de gericiliğe karşı aydınlanma mücadelesinin bir parçası haline gelmeli, AKP’nin oyununu bozulmalıdır. Örgütlenme hakkı göçmenlerin en yakıcı hakkıdır. TKP bu hakkının savunulması ve pratiğe yansıması için görev üstlenmiştir.

7. Göçmenlerin entegrasyonu ve bu ülkeye uyumu, onların Türkiye’nin yoksullarıyla, emekçileriyle birlikte mücadele etmesiyle kolaylaşacaktır. TKP göçmen işçileri, Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak görmek konusunda ısrarcıdır.

8. Türkiye Komünist Partisi, sömürüye, gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele etmekte olan öncü göçmen işçilerin katılımıyla 12 Haziran’da bir “Göçmen Konferansı” düzenlemektedir. Konferansta konu, dış politika, ekonomi, kültür, hukuk ve sendikal alan açısından masaya yatırılacaktır.

Türkiye Komünist Partisi