M.Y. -Sayın AYATA, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
A.A.-1958 Kayseri-Tomarza doğumluyum. Öğrenim hayatım değişik şehirlerde geçti. En son Gazi Üniversitesinde başlamış olduğum eğitim hayatımı yatay geçişle Erciyes Üniversitesinde tamamladım. Adıyaman, Giresun, Erzurum ve Kayseri illerinde uzun yıllar öğretmenlik ve yöneticilik yaptıktan sonra 2019 yılında emekli oldum. Halen Kayseri’de yaşamaktayım.
M.Y.-Edebiyata, yazmaya merakınız nasıl başladı?
A.A.- İlkokul yıllarından beri meraklı bir kitap okuyucu öğretmenlerine çok soru soran bir öğrenciydim. Lise döneminde Türk ve Dünya klasiklerinden birçoğunu okuma şansı bulmuştum. Akçadağ Öğretmen Okulu öğrencisi iken birkaç arkadaşımla okul gazetesini çıkarıyorduk. Malatya ve Konya’da yayınlanan zamanın bazı dergilerinde makaleler, fikir yazıları da yazıyordum. Yazmak için altyapım vardı ama hiç roman yazmayı düşünmemiştim.
M.Y. -Mutlaka yazmak için sizi etkileyen önemli bir olay olmuştur. Ne dersiniz?
A.A.- Kadere ve tesadüflere inan bir insanım. 2003 Yılında elime geçen bir kitapta milletimize, devletimize, Türk insanına iftira edildiğini, insanlarımızın suçlandığını, üstelik anlatılan olayın doğum yerim olan Tomarza’da geçtiğini görünce çok şaşırdım. Bu duruma tepki verme gereği duydum.
M.Y. -O kitapta neler vardı, hangi olaylar anlatılıyordu?
A.A.- O dönemin Erciyes Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı öğrencilerine orijinali İngiltere’de basılan bir kitabın bölümlerini öğretmenleri ödev amaçlı tercüme etmeleri için dağıtmıştı. Benim bir yakınıma tercüme için verilen dört sayfalık kısımda Tomarza anlatılıyordu. Orada Tomarza’nın 1600 lü yıllara kadar bir Ermeni kasabası olduğu, Osmanlı’nın burayı asimile etmek için yöreye ara ara Avşar ve Türkmenleri yerleştirdiğini, zamanla muhitte çoğalan Türk nüfusunun Ermenilere zulmettiği, taşınmaz mallarına el koyduğu, hatta daha ileri giderek güzel Ermeni kızlarını zoraki Türk gençleriyle evlenmeye zorladıkları yazılıydı. İşin ilginç tarafı benim köyüm olan Şıhbarak’a kaçırıldığı iddia edilen Horimsi isimli bir Ermeni kızının hikayesi de bu metnin içindeydi.
M.Y. -Gerçekten çok ilginç bir tesadüf. Nasıl tepki verdiniz?
A.A.- İşe o dönemde yaşanılan bu ve benzeri olayları gerçek yönüyle yazarak insanları bilgilendirmek istedim. Horimsi’nin hikayesi ve Sevk ve İskân Kanunu sırasında yaşanılanları yıllardır büyüklerimden dinlemekteydim. Zaten bizim oralarda birçok insan aynı hadiseleri bilir. Zamanın olaylarını bir aşk hikayesi örgüsü etrafında “SON ERMENİ” ismini verdiğim çalışmamla romanlaştırdım.
M.Y. -Çok güzel, sonrasında nasıl gelişmeler oldu?
A.A.- O kadar ilginç olaylar oldu ki; şimdi burada anlatmam sayfalar alır ama yine de çok kısa özetlemeye çalışayım. Takdir edersiniz ki, amatör bir yazarın piyasaya kitap sürmesi öyle kolay bir iş değil. Önce bir arkadaşım yazdıklarımı üniversitedeki birkaç edebiyat profesörüne gösterdi. Okuyup inceleyen hocalar romanı çok beğenmişler, beni çağırıp taltif ettiler. Daha basılmadan tanıtımının yapılması için şehrin yerel kanallarından birisindeki “BİNDALLI” isimli kültür programına konuk olarak çıkmamı sağladılar. Katıldığım program çok ilgi gördü. Defalarca tekrar edildi. Kitabımı birkaç yayınevine gönderdim. Basılmasına dair olumlu bir sonuç alamadım. İyice umudumu kestim. Bu arada “BİNDALLI” programı sunucusu Burhanettin AKBAŞ, “SON ERMENİ” romanının sonunda bulunan şiiri ABD ‘de bulunan “EFKERE COM.” İsimli Ermeni sitesine göndermiş. Bu şiir hümanizm içerikli bir şiir. Bu şiiri benden izin alıp İngilizceye çevirerek bir dergide yayınladılar. Böylece yazmış olduğum romandan da haberdar olmuş oldular. Bir Ermeni ailesi gelip benden romanın PDF çıktısını aldı. Okuyup inceledikten sonra kitaptan iki bölüm çıkarmam şartıyla basıp dağıtabilecekleri, yabancı dillere çevirecekleri sözünü verdiler. Çıkarılmak istenen bölümler kitabın en can alıcı kısımlaraydı. Kabul etmedim. Abartılı maddi imkanlar sundular. Ona da dönüp bakmadım. Benden kitabı alamayacaklarını anlayınca kendilerine ait bir yayınevinde aynı isimli bir kitabı benden önce yayınlayıp isim hakkını almış oldular. Gerçi, o kitabın konusu değişikti.Tam yazım hayatım bitti derken beni ulusal bir TV kanalından kültürle, kitapla ilgisi olmayan bir programa çağırılar. Dedim ya, “Tesadüflere inanırım.” Diye. O programda meşhur psikiyatrist Prof. Özcan KÖKNEL ile tanıştım. Ona yazmış olduğum kitaptan bahsettim. Oldukça ilgilendikten sonra benden yazının kopyasını istedi. Okuyunca çok beğenip beni kendi kitaplarının yayınlandığı Türkiye’nin en büyük yayınevlerinden birisine tavsiye edip yönlendirdi. Böylece ilk kitabım “Anılarda Son Ermeni” ismiyle basıldı. Malum, isim hakkı alındığı için başına bir sıfat eklemek zorunda kaldık.
M.Y. -Sonra ne oldu?
A.A.- Kitabın ilk baskısı çıkar çıkmaz bitti. İkinci üçüncü derken her sene baskı yaparak o günlerde sekiz baskıya ulaştı. Bu arada bazı çevrelerce eleştirilmeye, dışlanmaya başlandım. Elbette beni çekemeyenler, istemeyenler vardı ama binlerce de okuyucuya kavuşmuştum. Özellikle öğrenciler, vatansever insanlar benden yeni kitaplar bekliyorlardı. Ben de onların taleplerine karşılık verebilmek için sırasıyla, “Torosların Cinleri, Kartallar Kafese Sığmaz, Horkut, Küçük Dağların Gölgeleri, Muhbir Mehmet, Keşke O Deli Ben Olsaydım.” İsimli romanlarımı yazdım her sene birisi basılarak piyasaya sürüldü. Başta “Anılarada Son Ermeni” olmak üzere kitaplarım çeşitli kuruluşlardan birçok ödüller aldı. Ülkenin çeşitli yerlerine söyleşi programlarına davet edilmeye başladım.
M.Y. -Bu kadar kitaptan sonra çevreniz epeyce genişlemiş olmalı?
A.A.- Sevenlerimle birlikte önümü kesmek isteyen insanlar da çoğaldı. Ermenilerle ilgili tek kitaptan sonra başka konulara yönelince; “Ermeniler susturdu. İstanbul’dan daireler vermişler. Çocuklarını ABD’de okutuyor. Çok zengin oldu.” Benzerinden iftiralar yazıp çizdiler. Hatta benim Ermeni, birlikte proje yaptığım arkadaşımın Rum asıllı olduğunu yazdılar. Bir taraftan da bu durmalarla mücadele etmek zorunda kalıyorduk.
M.Y. -Sizi tanıyan hiç kimse bu iftiralara inanamaz. Kararlı ve cesur şekilde yolunuza devam ettiğinizi biliyoruz. Sonra nasıl gelişmeler oldu?
A.A.- ABD ‘de Türkçü, Turancı TASFO isimli bir Türk kuruluş, Son Ermeni İsimli romanımı İngilizceye çevirip dağıtma kararı aldı. Tam onun resmi işlemlerini yaptığımız sırada yazmış olduğumuz başka bir kitaptan dolayı yine iftiraya uğradık. Bu defa kasıtlı insanlar bel altından vurmaya çalışıyorlardı. Kötü yolda iken, hak yolu bulmuş olan yardımsever bir kadının hayat hikayesinin konu edildiği kitabımı muzur bulup, hiç okumadıkları halde hakkında olumsuz haberler yaptılar. Oysa aynı kitabı resmî kurumlar, özellikle “örnek olsun, gençlerimiz ders çıkarsınlar” amacıyla okullara dağıtmıştı. Zaten piyasadaki bazı kitaplara göre oldukça normal bir konusu vardı ama okullara girmesinin mahsurlu olduğunu iddia ediyorlardı. Sonunda anlaşıldı ki şahsımı, gözden düşürmek maksadıyla yapılmıştı. Belki de Son Ermeni romanının İngilizceye çevrilip dünyaya dağıtılmasına engel olmak istiyorlardı. Lakin bazı insanlar önyargılı olsalar da bu iftiralar da tutmadı. Çamur attılar ama lekeleri şimdilerde iyice silinir oldu. Zira benim ailem, aldığım eğitim, fikirlerim, hayat tarzım, yolum, inancım bellidir, nettir. Dünya varlığına meylim yoktur. Eğer bana sunulan imkanlar, beni ve yol arkadaşlarımı eleştirenlere tanınmış olsaydı belki de onların sülalelerini satın alırlardı.
M.Y. -ABD’de romanınız İngilizce ’ye çevrilip piyasaya sürüldü mü?
A.A.- Tüm engellemelere rağmen Florida Eyaletinde yayınlanıp okuyucu beğenisine sunuldu. Oradaki arkadaşlar çeşitli eyaletlerde imza günleri planladılar. İmza ve söyleşi için beni ABD’ye davet ettiler. Ne yazık ki, Ermeni lobisinin yoğun baskısı üzerine vize alamadım. ABD’ ye gidişim engellendi. İmza günleri ve programlar iptal edildi. Bu duruma ve “SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI TASARISI”na oy veren senatörlere tepki amacıyla kitabın İngilizce baskısını ABD senatörlerine hediye edip dağıttlar. Şimdilerde romanın ikinci baskısına geçme çalışmalarını sürdürüyorlar. Ayrıca başta “Muhbir Mehmet” olmak üzere bazı kitaplarımın İngilizce çevirisi için kendilerine yetki verdim.