İnsan olarak bize verilen meziyetlerin hepsi de bir gerekçeye bağlanmamış mı? Bu gerekçelerin karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken gerekliliklerimiz bulunmakta. Zira insan olmak ve üstün özelliklerle donatıldığımızı ispat etmek adına donanımlarımızın hakkını vermeye mecburuz. Her ne kadar günümüzde yaşadığımız yozlaşmalar insani özelliklerimizi olumsuz anlamda törpülese de can çıkmadan ümidimizi de yitirmemek zorundayız. Öyle değil mi?
Geçen zaman bizden neleri alıp götürmedi ki? Suçu her ne kadar zamana zeminine şartlara ve gelişen teknolojiye bağlasak da ben buna katılmıyorum. Neden mi? Bunların uygulayıcısı ve kullanıcısı da insan unsurudur da ondan! Bozulan çağ ve zaman değil, aslında bozulan insandır. Yenilenmeler karşısında aşınan sadece zaman olmadığı için bu görüşe karşı çıkıyorum. Aşınan, yozlaşan, verimsizleşen ve kısırlaşan insandır. Yıpranan, insan ilişkileridir. Kaybolan; duygular ve değerlerimizdir.
Mesela sosyal ilişkilerle ilgili aklıma ilk gelen örneklerden birisi; büyüklerimiz; “her geceyi kadir, her geleni hızır bil” diye tavsiye etmiyorlar mıydı bizlere? Komşusu aç iken tok gezebiliyorlar mıydı onlar? Yakınlarının derdi dertleri oluyordu. Toplumsal bir mesele herkesi derinden yaralıyordu. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyordu! Dostluk, vefa, güvenilirlik, yardımlaşma, dayanışma, düşkünü, fakiri, hastayı, yaşlıyı koruma, küçüğü sevme ve büyüğü sayma gibi daha nice güzellikler, birer ahlaki donanım olarak yaşantılarımızın vazgeçilmezleri arasındaydı…
Şimdi ne oldu da bu düşünce ve güzel davranışlarımız rafa kaldırıldı. Yoksa eskilerle birlikte bu ve buna benzer güzellikler de eskiyip gitti mi? Bütün bu gerçekler göz ardı edilerek yürütülen bir hayat yolculuğu, ister istemez kişinin hem kendini, hem de etrafını huzursuzluğa boğacaktır. Her şeyin bir bedeli varsa, hoyratlığın da bir bedeli olacaktır elbette. Sonuçta hayat, olaylardan ders alamayanlar için acı reçeteler ve şefkat tokatlarıyla yapılmış tahsilât örnekleriyle doludur.
İnsana; makam, mevki, para, eş, çocuk, statü, güzellik, zekâ, akıl, yeterlilik vb. üstün başarılar, insanlığa hizmet etmesi için verilmiştir. Yine, sağlık, nefes, güzellik, bilgi, tecrübe ve hayata dair her ne varsa hepsinin de şımarmak için değil, bilakis onları değerlendirerek insanlığa katkı yapmak üzere emanet verilmiş olduğu düşüncesi, bende hâkim bir duygu ve inanç biçimidir. Siz nasıl düşünürsünüz bilmiyorum ama hayatın sınav olduğu bilinci bende böyle bir sorumluluk duygusunu da zorunlu kılmakta ve kendimi mesul hissetmeye sevk etmektedir.
Bu nedenle; ölçüden şaşmamak ve ipin ucunu kaçırmamak gereklidir diye düşünüyorum. Hangi çekirdek kadar basit gördüğümüz bir hadisenin, bizim hayat sınavını kaybetmemize yâda kazanmamıza vesile olacağı bilinmez. Hangi güler yüzün ne gibi bir belayı def edeceği, hangi zora düşmüş bir insana verilecek desteğin kişiyi ne gibi uçurumlardan döndüreceği, yâda hangi mazlumun kaşlarının çatılmasına sebep olacak basit gördüğümüz bir davranışın belaya davetiye çıkartacağı bilinmez! Belayı davet etmemek için çizgiden şaşmamak, şuurlu ve bilinç içinde hareket etmek bir zorunluluktur.
Yoksa emanet verilen özelliklerle beylik sürmek, elbet bir gün saltanat tahtını sallamaya yetip de artacaktır bile...