İnsan ölümlü varlık. Kovid virüsü ve yakın zamanın tanıdık ölümleriyle daha kavi bir şekilde anladık bu hakikati. Aslında insan ömrü ne kadar kısaymış, dünya ne kadar boşmuş diyoruz. Bir rüzgâr kovalıyor peşimizden. Bir meçhul kendine çağırıyor işaret vererek. Bir şafak ya da gece vaktinde doğup bir gün doğumu ya da batımında ölüyoruz. Kocaman bir dünya mı yoksa küçücük bir yer mi anlam veremiyoruz yeryüzüne, bu ölümler ve kaybedişler karşısında…
Dünyaya sığmıyoruz bir türlü. Ne kadar da cüssemiz büyükmüş meğer. Bize tanınan süreyi neden hiç bitmeyecek gibi ve çok uzun görüyoruz ki böyle? Gözlerimize mil mi çekilmiş? Yoksa gönlümüz mü körelmiş? Bunca kalp kırmak, hırs yapmak, öfke biriktirmek, bencil davranmak, insanların hakkına girmek için neden koşar adım yol alıyoruz. Bir doru at misali, bir küheylan edasıyla nefes nefese hem de çatlarcasına koşturuyoruz ecelimize. Kıra döke giderken hiç fark ediyor muyuz buna değip değmeyeceğini. Hoyratız. Kabayız. Kibirliyiz. Benliğimiz ve bencilliğimiz tavanları süslüyor. Sözlerimiz ağız ishali olmuş gibi kirli! Adımlarımız yeri titretiyor. Sevdiklerimizi boğarken, onları öldürürken kendimizi de bitirdiğimizin farkında mıyız acaba? Rüya gibi dünya, gelip geçici bir han ve biz kısa süreli yolcuyuz. Han merdivenlerini adımlarken görüp geçirdiklerimiz ise imtihanımız. Han duvarlarına yazdıklarımız kadar meleklerin amel defterimize yazdıkları da bir o kadar mühim değil midir sonrası için. Say ki, bir yudum su gibi içtik hayatı. Bir rüyadan uyanır gibi uyanmayacak mıyız mezarımızdan?
Sıranın bize ne zaman geleceğini kestirmek için tahmin yürütmeye ya da beklemeye gerek var mıdır? Nasılsa gelecek ama erken ama geç bir vakitte. Zaman ötesi ahiret yurdudur! Buradan ötelere seslenmek her baba yiğidin harcı olmasa gerek. Seslensek bile oradakiler sesimizi duyarlar mı? Özel marifet gerektirmez mi böylesi irtibatlar. Şayet ötelerden sesiniz duyulsun istiyorsanız; buradan avazınız çıktığı kadar bağırmaya gerek yoktur. Bunun için biraz manevi hesap kitap bilmek gerekir. Nasılsa bir gün o bilinmezlikler yurduna göç edeceğiz. Orayı tercihsiz karargâh edineceğiz. Mademki hakikat budur öyle ise yolculuğumuzun tamamı zamanın ötesine doğrudur. Henüz burada iken oraya geçmek için bize fırsat tanınır mı ne dersiniz? Zamanın ötesine seslenebiliyorsak şayet, yolculuğumuzu ileriye ya da geriye almak çok da fark etmez sanıyorum. Evet ehil insanlar, bu dünyada iken de ebedi ve sonsuz durağımız olan ahiret yurduna seslenebilir, oranın şerefli misafirleri olarak da buraya seslenebilirler. Eğer verdikleri mesajı anlayabiliyorsak…
Ölümle ölünüyor mu konusu çok tartışılmıştır. Ölümle ölünmediği inanç hakikatimiz olarak dimdik karşımızda duruyor. Ölülerimiz için dualar etmemiz, her zaman onları hatırlamamız, mezarlık ziyaretlerimiz bu gerçeği yüzümüze haykırmıyor mu? Küçük ve az süreli bu dünya da kalıcı olmak için ne yapabiliriz ki? Zamanın ötesine seslenme eylemini henüz bu dünyada iken yapmak gerekiyor. Yürümelerimiz ağırdan, izlerimiz kalıcı, dostluklarımız kavi olmalı. Büyük ölebilmek için büyük adımlar atmak lazım...
Dünyanın şifrelerini çözmüş ehil insanlarla karşılaşmanızı, onların rehberliği ve istişaresi ile zamanın ötesine seslenebilmenizi ve seslenenleri de duyabilmenizi diliyorum.