davutzat @ gmail.com

İletişim teknolojilerinin hızla ilerlediği dünyada, insanlar arasındaki bağlar da aynı oranda zayıfladı. Dijital dünyada birbirimize daha yakın olabilirken, gerçek anlamda bir arada olmak,  hakiki olanı hissetmek ve anlamak o kadar uzak ve hayal olmaya başladı. Yüzlerimizi görmek, gözlerimizdeki derinliği anlamak neredeyse imkânsız hale geliyor.

Belki de teknolojinin bu kadar yaygınlaşma nedenleri arasına bunu da ekleyebiliriz. İnsanın kendi ruhsal boşluğundan kaçmak için yarattığı sanal dünya gerçeğini. Ne kadar çelişik bir durum aslında… Ne yazık ki, bu kaçış sevgisizliği yara haline dönüştürüyor. Çünkü derinlemesine bağ kuramadığımız şu köhne dünyada ruhsal ihtiyaçlarımızın hiçbirini gerçek anlamda karşılayamayız.

Sevgisizlik, sadece bireyler arasında değil, toplumun her kesiminde derin izler bırakır. Hedefler, çıkarlar ve kazançlar ön planda tutulduğunda, sevgi ve duygudaşlık gibi insani değerler geri plana atılır.

İronik olan ise, sevginin her zaman en temel, en saf ve en doğal duygu olduğunun söylenmesidir. Ancak, buna mukabil hep aranıyor olması, hep eksikliğinin hissedilmesi de ayrı bir hicran değil midir? Hâlbuki sevgi, doğrudan doğruya insanın ruhuna dokunan birleştirici ve kuşatıcı güce sahiptir. Lakin modern hayatta ona ulaşmak o kadar zorlaşmıştır ki, bazen ömür boyu aradığımız şeyin sadece bir yanılsamadan ibaret olduğuna inanır hale geliriz.

Sevgi, insanlar arasındaki kutsal bağ olduğu kadar, bir tür teslimiyet gerektirdiğini de göz ardı edemeyiz. Ancak teslim olmak, çıkarlarla örülü ilişkilerde insan için neredeyse imkânsızdır. Ne yazık ki, bir araya gelip birbirimizi sevme konusunda kararlılık gösterdiğimizde, dünya o kadar hızlı değişiyor ki, ilişkinin gerçek anlamda değerini kavrayacak zamanımız kalmıyor. Yahut o güzel duyguya teslimiyet hissi özgürlüğün duvarına çarparak dağılıp gidiyor…

Oysa sevgi, zamanla daha derinleşmeli ve bütünleştirmeliydi. Karşılıklı anlam kazandırmalıydı. Gülen gözler armağan etmeli ve soğuk buzları eritmeliydi. Bu sayede kalpler birleşerek saf ve beklentisizlik içinde şaha kalkmalıydı. Seni seviyorum anne, seni seviyorum baba, eşim, kardeşim, çocuğum, arkadaşım demek öyle anlamsız ve boş değildir. O bir varoluş biçimidir. Nefsi, benliği, kabalığı, kibir ve gururu yok eden, bencillikten uzaklaştıran yoklukla var eden bir duruş hali. Bile isteye severek aldatmaktır aklını. Belki de çoğu şeyleri yıkacak, beraberinde sürükleyip götürecek. Belki bir iç çekiş, belki de büyük kırgınlıklar bırakacak sonunda…

Sevmek bedel gerektirse de sabit kalmalıyız bu güzel duyguda. Zira herkes sevebilecek potansiyelde yaratılmıştır. İçindeki o varlığı sabırla, toprağa ekilmiş bir tohum gibi saklı tutmalıyız. Günü gelir çatlayıp çıkar gün yüzüne. Rengârenk çiçekler gibi açarak süsler bütün âlemimizi. Çünkü kâinat sevgi üzerine kurulmuş bir hakikattir.

Ne mutlu sevip sevilebilenlere. Ne güzel sevginin kıymetini bilip onu nadide çiçekler gibi hayatında ev sahibi yapabilenlere…