davutzat @ gmail.com

Tabi afetlerin ne zaman geleceğini kestirmek zordur. Geldiği anda ise takdire karşı ne kadar tedbir alınabiliyorsa o kadar işte. Allah’ın takdiri karşısında dua elbette önemli bir silahımızdır. Ancak akıl, ticari ahlak, bilim ve tekniğin kuralları da fiili dua değil midir? Hakikat öyledir ki, kula düşen vazifeler de vardır. Her şeyi kadere sığınarak çözmek, kader inancının ruhuna aykırıdır. Kadere sığınırken tedbirler yoluyla bunu yapmak gerekiyor. Kuru tevekkülün adı kader sayılamaz. Ölümlerin çoğunun inşaat tekniğinde kullanılan eksik malzemeden ya da kötü yapılmış binalardan kaynaklandığı bir vakıadır. Yine etüt durumuna göre sağlam atılmayan temeller, malzemenin eksik kullanılması ya da deprem gerçeklerine göre planlanmamış yapılar depremde en çok zayiatı yaşatan nedenler arasındadır. Dünya bunu başarmış, dokuz şiddetinde sarsıntıya bile dayanan binalarda oturuyorlar. Biz neden başaramayalım. Bir eksiğimiz mi var? Anlayış ya da zihniyet gibi! Tedbire ve duaya, deprem tekniğine uygun binalar yapmakla başlamak gerekmiyor mu?

Çoğu şehir yerleşimleri fay hattının tam da üzerinde duruyor. Büyük zelzeleleri sıra sıra yaşadığımıza göre, sık aralıklarla ve küçük sarsıntılarla, gecesi gündüzü belli olmaksızın kendisini hatırlattığına göre. Ayağımızın altı sallanmaya başlandığında öyle kaçacak fazla süremizin olmadığını da yaşayarak öğreniyoruz. Evet deprem anı, çok uzun süren bir zaman değil. Şiddetinin sertliği oranında tahribatını ortaya çıkartıyor. Bu yüzden evlerin muhkem yerlerinde, yaşam üçgeni denilen alanlara sığınmaktan başka fazla seçenek yok gibi görünüyor. Depremlerden sonra yapılan açıklamalarda en çok zayiatın camdan atlayanlar ve merdiven boşlukları ile asansörlere sıkışanlar olduğu şeklinde…

Yani şunu demek istiyoruz çok boyutlu ve her alanda eğitim, bilgilenme, ölçülü ve ilkeli olmak şart görünüyor. Bu yönüyle konuyu irdelediğimizde; “İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü, başka hiç kimse yapamıyor!” demekten kendimizi alamıyoruz.  Yoksa Deprem Haftalarında ya da sallanıp yıkıldığımızda depremi hatırlamak kâfi gelmez. Depreme yönelik; seminer, bilgilendirme toplantıları ve konferanslar düzenlenmesi bilgimizi artırmaya yeter. Kültürlü oluruz. Ancak ne var ki, bilincimiz de aynı oranda artmıyorsa kadere sığınarak kendimizi kurtaramayız. Görsel sunularla desteklenmiş etkinliklere imza atmak, insanımıza uygulamalı tatbikatlarla olası depremler için ilk yardım eğitimi vermek deprem anı ile sınırlı kalan bir bilgilenme olmaktan öteye geçemeyecektir.

Esas olan deprem gelmeden depreme hazırlanmak ve depreme dayanıklı binalar yapmak değil midir? Gökyüzüyle yarışa çıkmış, bulutlara değmek için çaba harcayan binalar deprem güvenliği açısından ne kadar sağlıklıdır acaba? Can kayıpları yaşandığında ruhsat veren teknik adamlar, emsal artışları yapan yerel yönetim politikacıları ve mevzuat düzenleyiciler rahat uyku uyuyabilecekler midir? Hele de o binalardan sağ çıkamayan eş, dost ve akrabaları da olursa…

Öyle ise; Allah’ın takdirinden yine O’nun tedbirine başvurmak, kula düşen bir görevdir. Ülkemizde de bu hakikate uygun çalışmalar yürütülmesi elzemdir. İnşaat yapılaşmasının hızlı bir şekilde ilerlediği şu yıllarda; konu üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Depreme karşı ne kadar tedbir alına biliniyorsa biz de tam o kadar tedbirli olmak zorundayız. Yasal mevzuat düzenlemeleri buna göre yapılmalıdır. Yerel yönetimler jeolojik çalışmalarını iyi yapmalı ve çok katlı binalara izin verilmemelidir. Şehirlerimizin zemin yapısına uygun projeler üretilmeli ve deprem gerçeği dikkate alınarak yapılaşma sağlanmalıdır.

Yüce Mevla’mız bizlere kötü günler yaşatmasın. Sevdiklerinizle birlikte mutlu ve huzurlu nice güzel günler geçirmenizi diliyorum.